Geçen hafta “İdam cezası dönsün” diye yetkililere yakaran bir anne gördük. Bir başka anneden evladını koparanların, canavarca cana kıyanların, darağacında sallandığını görmek istiyordu. En yetkili isme, “Ölüm getir” diye yalvarıyordu. Katilin boynuna yağlı urgan geçirilirse, cansız bedeni meydanlarda teşhir edilirse ibret olur diye düşünüyor, evladını yitirmiş anaların yüreğindeki ateş bir nebze olsun söner sanıyordu. Yanılıyordu.
İran’da bir annenin oğluna kıydılar geçenlerde… Onu, tarifsiz bir acıyla sonsuz hasret ülkesinin koynuna bıraktılar. Katili yargıladılar. Darağacı kurdular. Acılı anneyi de, evladının öcünün alınışını izlesin diye sehpanın yanına çağırdılar. Muhtemelen onun yüreğinde de evlat hasretinin yanına, öfkenin harı oturmuştu. Evladını öldürenin ölümünü görmek, anasının acısını bir nebze olsun dindirir sanılmıştı. Lakin öyle düşünen yanılmıştı.
Bir sürpriz oldu: Samareh Ali Nezhad, darağacına gittiğinde, sadece oğlunun katilini değil, bir başka annenin oğlunu gördü ipin ucunda… “Ben yandım, başka analar yanmasın” dedi. Gitti evladının katilinin yanına; suratına ecel gibi bir tokat aşk etti.
Can vermeyi bilir analar; can almaya uzaktır. Kıyamaz, canından can koparana, can düşmanına bile… Ondandır işte, cennetin anaların ayağı altına serilişi, barış umudunun anaların feryadında yeşerişi… Bu coğrafya kindarlıktan çok çekmiştir; kanla sulanmış topraklar, “Başka analar yanmasın” temennisini iyi bilir. Anaların vicdanı hükmetse yeryüzüne; gömülür kinler, diner öfkeler… Yaralar sarılır, darağaçları yıkılır. Ondan işte; umudum analardadır. Başta kendi anam olmak üzere, hepsinin ellerinden öperim.