CENK SİDAR
Her şey Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hayalini kurduğu başkanlık sistemini çantada keklik olarak görmesiyle başladı. O kadar kendine güvendi ki cumhurbaşkanlığına sadece ‘başkan’ olabilmek için aday oldu.
Cumhurbaşkanı seçilince başbakanlık olarak inşa edilen ve aslında cumhurbaşkanının mevcut görev ve yetkileri dahilinde ihtiyaç duyulmayacak büyüklükteki Beştepe’ye taşındı. Saraya taşındığı dönemde 7 Haziran seçimlerinde AKP’nin anayasal değişiklik yapacak sandalye sayısına ulaşacağına o kadar emindi ki bu keyfilikten hiç çekinmedi.
Erdoğan 10 Ağustos 2014 gecesi cumhurbaşkanı seçilince binanın cumhurbaşkanlığına çevrilmesi şahsi bir keyfilik ve büyük bir hukuksuzluktu. Eğer Ekmeleddin İhsanoğlu yahut Selahattin Demirtaş 10 Ağustos’ta cumhurbaşkanı seçilseydi bina onlara tahsis edilecek miydi? Tabii ki hayır!
Rüyasından vazgeçmedi
Evdeki hesap çarşıya uymadı. Erdoğan’ın Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen miting meydanlarında desteklediği Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) bırakın anayasayı değiştirecek oyu, mecliste tek başına iktidar olacak sandalyeyi bile kazanamadı. Buna rağmen rüyasından vazgeçmediğini Rize’de yaptığı konuşmada bugün tekrar gördük.
Erdoğan’ın ilgili sözleri şöyle: “Beyler, Türkiye 10 Ağustos 2014 tarihinde, milletin doğrudan cumhurbaşkanını seçmesiyle yeni bir döneme girmiştir. Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı, elbette yetkileri çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır. İster kabul edilsin, ister edilmesin; Türkiye’nin yönetim sistemi bu anlamda değişmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun hukuki çerçevenin anayasal olarak kesinleştirilmesidir.”
Bu açıklama devlet yönetiminde keyfiliğin ve tek-adam oldu bitticiliğinin en net kabulü ve itirafıdır. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi bu makama anayasada herhangi bir yeni yetki ve görev getirmiyor. Bu sadece bir yorumdur.
Yenilen pehlivan güreşe doymuyor
Erdoğan yenilgiyi kabul etmiyor. Bugün yaptığı konuşmada mealen ‘7 Haziran seçimini ben kaybetmedim çünkü ben cumhurbaşkanı olarak seçime girmedim ki…’ diyor. Bu durumda mitinglerde AKP’ye oy ve 400 milletvekili isteyen herhalde başka biriydi! İnsanların gözüne bakarak onları aptal yerine koymak bu ülkenin vatandaşının zekâsına yapılan bir haksızlıktır.
Açık bir şekilde Erdoğan tek başına iktidar olabilmek, kurduğu düzeni devam ettirebilmek için ülkeyi bütün siyasi ve ekonomik risklere rağmen tekrar bir seçime sürüklüyor. Yenilen pehlivan olarak güreşe doymuyor.
Ülkenin her yerinden şehit haberi gelirken, Türk lirası sürekli değer kaybederken, Türkiye iflas riskine sahip 10 ülke arasında gösterilirken ülke hükümetsiz bırakılıyor. AKP ve CHP’ye koalisyon kurdurmuyor. Neden? HDP belki baraj altında kalır, AKP tek başına iktidar olur hatta belki sistem hukuken kendi lehine değiştirilebilir diye…
Usulsüzlük ve hile riski artıyor
Bunun mümkün olmayacağını bütün anketler açık bir şekilde ortaya koyuyor. Erdoğan’ın artık mevcut durumu kabul etmesi ve anayasal çerçeve içerisinde görevini icra etmesi gerekiyor. Enerjisini artık kişisel konumu ve pozisyonunu düşünerek değil, cumhurbaşkanlığını yaptığı ülkesini birleştirici bir üslupla ekonomik, siyasi ve milli güvenlik meselelerine odaklanması şart!
Yoksa ülke göz göre göre dibe batıyor. Tek başına iktidarın ve kişisel konumunun bu denli ihtirasla savunulması ve ülke çıkarlarının geri plana atılması yapılacak bir erken seçimde usulsüzlük ve hile riskini de artırıyor.
Kılıçdaroğlu başarılı bir sınav verdi
Bu zorlu süreçte CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu başarılı bir sınav verdi. AKP ve CHP koalisyonu en başta CHP’ye zarar verecekti. Pisliğe bulaşmış bir partiyle koalisyon kurarak onu meşrulaştıracak, ortaya çıkacak ekonomik enkaz faturasına ortak olacaktı. Bunu geçtiğimiz haftalardaki yazımda net bir şekilde irdelemiştim.
Fakat bir devlet adamı olgunluğu ve bilinciyle Kemal Kılıçdaroğlu parti çıkarlarını ülke çıkarlarının gerisine koydu ve bu koalisyonun kurulması için son derece yapıcı davrandı.
Önce MHP ve HDP ile bir koalisyonu denedi ama MHP’nin arkaik ve tükenmiş ideolojisinin yol göstericiliğinde verdiği kararla bu gerçekleşemedi. MHP AKP’nin yörüngesinde kararlar almaya devam etti. Kılıçdaroğlu Bahçeli’ye Başbakanlığı bile önerdi!
Bu seçenekler tükendikten sonra AKP kirli bir partiyle ülkenin içinde bulunduğu durumdan ötürü masaya oturmaktan bile çekinmedi. Bu ülkesini ve milletini her şeyin önüne alan bir siyasetin yapması gerekendir. Diğer yanda ise Erdoğan’ın kendi çıkarları için ülkeyi ateşe ettiğine tanık olduk!
Kimsenin ülkeyi bu seviyede bir keyfilikle yönetmeye hakkı yok
Memleketi babasının çiftliği gibi yöneteceğini düşünenler, siyasi mühendislikle seçim kararı aldıranlar Türkiye’yi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını hafife alıyorlar. Bu millet bu meselenin bu kadar kolay olmadığını gösterecektir.
AKP döneminde yaşanan her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir cumhuriyet. Anayasada hala bu nitelik yazıyor ve anayasa biz vatandaşların gücünü alacağı en büyük zemin. Kimsenin ülkeyi bu seviyede bir keyfilikte yönetmeye hakkı yok.
Cumhuriyetin eşitlikçi düzeninde siyasetçiden önce vatandaş gelir. Liderlerin devlette keyfiliği yurttaş hakkının gasp edilmesidir. Devlette keyfiliğe son verilmeden ne demokratikleşmemiz tamamlanır, ne de ekonomik olarak kalkınırız.