… bugün Türkiye’de tarihin çarkı ters yöne çevriliyor. Laikliği güçlendiren ya da ona saygı duyan değil, bilakis, hem devlet kurumlarında hem de kamusal alanda laikliğin kolonlarını kıran uygulamalar hâkim kılınmaya çalışılıyor.
Ana akım muhalefetin ise olan bitene karşı gözleri kapalı. Belki dilde bir laiklik savunusu var ancak bu nostaljik bir özlemden öteye geçemiyor. İktidar laikliğin içini boşaltırken, muhalefet ülkedeki siyasi, sosyal ve ekonomik yıkım ile laikliğin noksanlığı arasındaki bağı kuramıyor. Laikliği yeniden kazanmaya dönük bir iddia olmadığı ve ona günün koşullarına uygun yeni bir çehre kazandırılamadığı için, laikliğin karşı mahalleyi ürkütecek bir prensip olduğu düşünülüyor. Oysa laiklik, tozlu raflardan indirilip toplumsallaştırıldığı takdirde, ülkeyi sıkıştığı kimlik siyasetinden çıkaracak bir değer. Yeter ki onu halkla buluşturabilecek yeni bir dil ve hikâye yaratılabilsin.
Şeriat ve hilafet çağrıları karşısında laiklik konusundaki sessizliğin parçalanması ve toplumun farkındalığının artırılması kritik bir öneme sahip. Laiklik kan kaybediyor ve artık halkın iradesinden başka sığınacağı “hastane” yok. Ülke onu yeniden kazanamazsa, karanlığın çürütücü girdabında içindeki son hayat belirtilerini de kaybedecek.