ERAY ÖZER
Tam sekiz yıl bir gün önce ‘dönemin’ Radikal Gazetesi’nde, spor servisinde bilgisayar ekranı başında haberlerle cebelleşirken arkamdaki televizyondan verdiler haberini. Donup kaldığımı hatırlıyorum. Uzun süre kıpırdayamadığımı.
Spor Servisi’nin şefi Uğur abiyle (Vardan) göz göze gelip hiçbir şey konuşulmadığını. Uzunca süren o sessizliği…
Ve haber tüm binadan sesi sonuna kadar açılan televizyonlardan bangır bangır yankılanırken yan odada devam eden bir meslek büyüğümün neşeli konuşmasına bilenerek nasıl da yumruklarımı sıktığımı…
Gazeteden çıkıp, seni sevenlerin yanında yer almak üzere Taksim Meydanı’na doğru yürürken eski bir tanıdığa rastlamıştım. Aksi gibi.
Neden bu kadar kötü göründüğümü sormuş, seni söylediğimde şen şakrak ses tonuna makul bir ayar vermeye çalışarak, ‘Ha, evet. Duydum. Çok fena yeaaa’ demişti. Belki o an için fazlaca iyimser sayılabilecek bir tavırla sesimi çıkarmamış, yumruklarımı gün içerisinde ikinci kez sıkmakla yetinmiştim.
Başkalarının yerine de utanamaz mı insan?
Sonra meydan… Sonra seni son kez gördüğümüz yere yürüyüşümüz… Sonra gece yastığa başımızı koyduğumuzda içimizi kaplayan büyük utanç duygusu.
Geçenlerde soykırım tartışılırken ‘Biz yapmadık ki, neden utanalım’ dedi birisi. Başkalarının yerine de utanamaz mı insan? Hele o başkaları o kadar da ‘başka’ değilse.
Öfkeyle karışık cesaret
Seni her yıl aynı yerde buluşma sözüyle sonsuzluğa uğurladığımız sırada hayatımın büyük bir değişim içerisine gireceğinin henüz farkında değildim. Hissetmiyor değildim, kabul, fakat sanki senin ölümün benim hayatımda bir dönüm noktası olmuş gibiydi.
O döneme dek spor gazeteciliğiyle geçen kısa sayılabilecek hayatım boyunca kafamda yer eden, zaman zaman sadece kendi etrafımdaki insanlar için kaleme alınan memlekete dair düşünceler, senin gidişinle birlikte ortalığa saçıldı sanki. Öfkeyle karışık bir cesaret geldi.
Cesaret! Evet. Doğru bu.
‘Tesadüf’ kelimesiyle açıklayan çıkacaktır elbet ama geriye dönüp bakınca benim hayatım 19 Ocak 2007’den sonra hiçbir zaman aynı olmadı.
Başta yaptığım işin içeriği olmak üzere hemen her şey değişti.
Senin söylediklerini söyleyebilme gücünün benim gibiler üzerinde yarattığı bir etki belki de bu. Sahiden bilemiyorum.
Payın büyük
Ama bizim nesilde, korkmamaya, korktuğunda korktuğunu söylemekten çekinmemeye, söylemene rağmen düşüncelerinin arkasında yoluna devam etmeye dair bir çaba geç de olsa hasıl olduysa sanırım senin payın büyük.
Ve sanırım, biz, milyonlar halinde, bir arada yürüyebilmenin pratiğini en son seni uğurlarken yapmış dostların. Gezi Parkı’nda buluştuk ya hani. Bundan bir buçuk yıl önce, bu ülkenin görebileceği en naif ve ama en büyük direnişin bir parçasıydık ya…
Biraz da senin sayende Hrant abi. Senin fikirlerinin arkasında durabilmemiz adına örnek olman sayende. Senin yokluğunun bile bize bir arada milyonlar olabileceğimizi öğretmesi sayesinde.
Sen yine de kusurumuza bakma
Dün vurulduğun yerde sayıca biraz azdık. Aslında bu kadar laf etmemin sebebi de bu.
Akıp giden hayat, işler güçler… İnsanları da anlamak lazım.
Üzülmedim dersem yalan olur. Sen yine de kusurumuza bakma.
Lakin bil ki aslında çok kalabalığız. Birkaç ağaç için bile memleketin tüm yollarını kaplayacak kadar kalabalığız. Kalabalıklardan korkmayacak kadar kalabalığız. Güvercin tedirginliğimize rağmen kalabalığız ve buradayız.
Sağolasın.
Ve dediğim gibi kusurumuza bakmayasın.