Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Kürtlerle ittifak Türkiye için bugün bir politik tercih değil, stratejik zorunluluktur demek sanırım yanlış olmaz. Bugüne kadar Türkiye’yi coğrafyasında ‘istisna’ kılan düzen değişiyor, dünya devletleri yeni bir ‘tehditler dengesi’ üzerinden hizalanıyor. Hiç kuşkusuz bu bir ilk ya da yepyeni bir durum değil. Dünya siyaseti, en genel ifadesiyle, İkinci Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sonrasında da benzer bir yeniden hizalanma evresinden geçti. Fakat bu her iki evrede de, Türkiye önce ‘komünizm’ sonra da ‘radikal islam’ tehditlerine karşı içinde bulunduğu Batı ittifakı nazarında ‘istisna’ bir yer tuttu. Bu arkaplan çerçevesinde bugün yaşanan en büyük değişim, her şeyden önce bir Batı İttifakı’ndan söz etmenin artık mümkün olmadığı. Zaten uzun zamandır krizde olan Batı ittifakı kurumları hala ayakta olsa da, tıpkı bundan beş yıl önce Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un NATO bağlamında söylediği gibi, bir ‘beyin ölümü’yle karşı karşıya. Zira bu ittifakın hem fikir hem finans kaynağı olan bir Amerikan aklı yok artık. Yeni Amerikan aklı ‘Önce Amerika’ düsturu etrafında örgütleniyor.
Dolayısıyla, Türkiye gibi ‘beka’sını ya da güvenliğini Amerika’nın liderliğindeki Batı İttifakı’na dayandıran ülkeler için bir yeniden hizalanma bugün kaçınılmaz ve acil bir ihtiyaç. Bu bağlamda, Avrupa hazırlıklara daha Trump’ın ilk döneminde başladı. Alınan en erken sonuç, yeni Avrupa güvenlik ve savunma mimarisinin çerçevesini belirleyen Stratejik Pusula oldu. Henüz daha alınacak çok yol olsa da, AB ülkeleri en azından kiminle, hangi tehditlere karşı, nasıl hareket edeceği konusunda genel bir mutabakata vardı. Geldiğimiz aşamada Türkiye açısından ‘rasyonel tercih’ bu kaygan zeminde yeni maceralar peşinde koşmayı bırakıp, NATO ittifakına son on yılda olduğundan daha fazla önem vermek ve Amerika’yla ilişkileri olabildiğince düzeltmek. Anlaşılan o ki, iktidar da en azından Bahçeli’nin açıklamaları eliyle ekonomiden sonra dış politikada da ‘rasyonel’ olana dönme eğiliminde. Bahçeli’nin geçen hafta dile getirdiği şu sözler sanki arada kaynadı:‘Türkiye ile ABD arasında çözülemeyecek sorun yoktur. Türkiye dönem dönem sorgulasak da bir NATO üyesidir’
Bu çerçevede, Kürtlerle ittifak Türkiye için bugün bir politik tercih değil, stratejik zorunluluktur demek sanırım yanlış olmaz. Zira Amerika ve Türkiye arasında ister Obama, ister Trump’ın ilk dönemi ister Biden dönemi olsun, çözüm bekleyen sorunların en başında Kürtler vardı. Bugün geldiğimiz aşamada da öyle anlaşılıyor ki, Kürtlerle ‘barış’ Ortadoğu’da yeniden şekillenmekte olan ‘tehditler dengesi’nde Türkiye’nin Amerika ve müttefiklerinin yanında hizalanmasının bir göstergesi olacak. Aksi halde, Avrupa güvenlik mimarisinin dışında kalan Türkiye, Ortadoğu mimarisinin de dışında kalacak. Bu her iki alanda esamesi okunmayan, hatta ‘istikrarı bozucu’ bir unsur olarak konumlanan Türkiye’nin NATO çerçevesinde taşıdığı ağırlık da tartışmalı olacaktır. Nihayetinde, Cihat Yaycı gibi Kürtlerle savaşı Türkiye’nin emperyal arzularına alet edenlerin anlaması gereken şu ki, ‘atı alan çoktaaan Üsküdar’ı geçti’.