Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Önümüzdeki dört yıl Amerikan yönetiminin ‘savaşı’ kendisiyle… Bu haliyle, aslında İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerikan dış politikasında açılan parantezin kapanmakta olduğu da pekala söylenebilir. Anlaşılan o ki, yeni Amerikan Yönetimi en fazla Çin’le bir ‘ticaret savaşı’yla ilgileniyor. Bu arada, bitirilmesi hedeflenen ‘sonsuz savaşlar’da ise Amerika’nın rolü Trump’ın taraflardan hangisinin liderini ‘dost’ gördüğüne bağlı şekillenecek. Malum olduğu üzere, Trump’ın ‘dost’ seçiminin Amerikan çıkarlarıyla doğrudan bir ilişkisi yok. Bir önceki başkanlık döneminde ‘dost’ dedikleri ya tarihin en büyük silah satışını yaptığı liderler ya da, deyim yerindeyse, kendisiyle ‘aynı kafada’kiler oldu…
Gerçi Trump’ın dostluğu da öyle bel bağlanacak bir dayanak sayılmaz. Bunu en iyi bilenlerden biri ‘Trump’ın dostları’ arasında sayılan Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan. Trump’ın ‘şahsını’ hedef alan hakareti bir yana, Türkiye ekonomisine yönelik tehditlerinin nelere yol açtığını herhalde Erdoğan da unutmamıştır. Bir diğer örnek ise Suudi Arabistan Kralı Salman Bin Abdulaziz. Trump, ilk başkanlık döneminde ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yaparak Kral’la dostluğuna verdiği önemi vurgulamış, küre başında verilen pozlarla bu dostluk ‘Yüzyılın Anlaşması’yla taçlandırılmıştı. Ama n’oldu? Bu ziyaret sırasında Suudi Arabistan’la yaptığı 460 milyar dolarlık silah satışı anlaşmasını cebine koyan Trump, iki yıl sonra İran Suudi Arabistan’a saldırdığında parmağını bile kımıldatmadı. Yine de ne Türkiye ne Suudi Arabistan Trump’ı karşısına almadı çünkü güvenilmez bir dost olduğu kadar öngörülemez olduğunu da anladı…
Bu tabloda, Trump-Erdoğan dostluğunun sınanmayacağını düşünmek ise herhalde naiflik olur. En azından, Erdoğan’ın ve Trump’ın ‘aynı kafada’ olmalarının bu dostluğun garantisi olamayacağı tecrübeyle sabit. Öte yandan, Trump’ın ilk döneminde bu iki kafayı buluşturan, örneğin, İran’a karşı ‘maksimum baskı’ politikası yerini yeni dönemde müzakereye bırakırsa, Trump’ın dönüp Erdoğan’a ‘O halde sen bana ne vereceksin?’ diye sorduğunu görür gibiyim. Sanki Trump tam da böyle biri… Gerçekten düşünüyorum da, henüz büyük bir seçim yenilgisi yaşamış, iktidar ortağıyla üstü kapalı bir krizin içinde, ekonomisi neredeyse çökmüş bir ülkenin Cumhurbaşkanı Erdoğan, dostlarını yalnızca güçlü ve zengin olanlar arasından seçen, üstelik Türkiye’nin uluslararası alanda kendisine hala rol biçebildiği neredeyse tek adres NATO’ya hiçbir kıymet biçmeyen Trump’a ne verebilir? Belki de Ankara’daki mevcut kargaşayı bir de bu gözle okumak gerekir…