Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Geçen hafta ‘Ghosting’ yani ikili ilişkilerde bir tarafın sebep belirtmeden aniden ortadan kaybolması üzerine yazdığım yazı hayli ilgi gördü. Yazıya dair gelen yorumlardan anladığım, bu durumun sadece romantik ilişkilerde değil, arkadaşlık ilişkilerinde de sıkça görülmesi. Yani, günümüz arkadaşlık ilişkilerinde de taraflardan biri, herhangi bir sebep göstermeden rahatça ortadan kaybolma hakkını kendinde görebiliyor. Tabii bu durumda insan kendine şu soruyu sormadan edemiyor: “Ne oldu da biz bu hale geldik?” İnsan ilişkilerindeki samimiyetimiz ve bağlılığımızla övünen bizler, ne oldu da ‘Tüket-at’ dünyasının bir parçası haline geldik?
Ben toplum bilimci değilim. Toplumumuzla ilgili yaptığım çıkarımlar, ancak dinlediğim bireysel hikayelere ve kendi deneyimlerime dayanır. Yalnız, zamanında üniversitede bir hocamın dediği gibi, “Eğer bir toplumu bölmek istiyorsanız ilk önce değerlerine saldırırsınız”. Amacın ne olduğunu bilmemekle birlikte, değerlerimizin yara aldığını -kendi adıma- görebiliyorum.
Besleyecek malzemeniz yoksa arkadaşınız da yok!
Her ne kadar hala kötü günde birbirimize sarılıp destek olsak bile -en azından-bir kısmımızın bireysel ihtiyaçlarının karşısındaki kişiyi ezip geçecek kadar ön planda olduğunu söylemek yanlış olmaz. Günümüzde insanların ilişkide sadece almaya odaklanması, yüzeysel arkadaşlıkların oranını artırıp gerçek dostlukların oranını azalttı. Bir dönem sizi çok sık arayan bir arkadaşınızın birden sizi arayıp sormayı kesmesi ve başka arkadaşlarıyla görüşmesi, diğer arkadaşlarıyla görüşürken sizi usulen bile davet etmemesi olası. Siz, “Acaba bir hata mı yaptım?” diye düşünürken aslında -çoğu zaman- mesele, o kişinin sizden beslenme limitinin ve süresinin bitmiş olması, başka insanlarla görüşerek beslenmeye çalışmasıdır. Tabii ki sürekli aynı insanlarla görüşmek zorunda değiliz, fakat günümüz ilişkilerinde birileriyle çok yakın olup sık görüşürken ortadan kaybolup başkalarıyla görüşmek ve sonra ihtiyaç halinde o en başta yakın olunan kişiyle tekrar iletişime geçmek gibi bir düzen oturmuş durumda.
Arkadaşlık ilişkileri de alışveriş reyonlarındaki gibi raflara bölündü; ‘derdin olduğunda aranacak olanlar’, ‘eğlenmek için buluşulacak olanlar’, ‘çevresi iyi diye çevresinden yararlanılacaklar‘ gibi… Bir de tabii herkese aynı samimiyetle yaklaşan ve ilişkilere yatırım yapanlar var ki onlar da arkadaşlarının ortadan kaybolması sonucunda kendilerini sorgulayıp ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Olan şu: O sıra karşınızdakini besleyecek malzemeniz yok!
İlişkilerde insanlar birbirinden beslenir. Bu, gayet doğal. Ne var ki bir ilişkinin tek bir tarafın beslenmesi üzerine kurulması ya da bazı ihtiyaçları kısa süreliğine karşılayan ilişkiler kurulması moda haline geldi. Kaç kişi gerçekten birbirinin derdiyle ilgileniyor, gerçekten birbirini umursuyor, soru işareti. Çoğu insan karşısındakinin derdini, ‘O bitirsin de ben anlatmaya başlayım’ düşüncesiyle dinliyor ve rahatlıkla birbirinin arkasından konuşabiliyor. Kişilerin birbirine destek vermesini geçtim, insanlar yağmur olsa birbirinin üzerine yağmıyor. Dolayısıyla arkadaşlıklar, Instagram gönderilerinde ne kadar sosyal olunduğunun bir gösterisi, yani toplu çekilmiş fotoğraflara malzeme olmaktan öteye geçemiyor.
Bağ kurabilmek iyileştiricidir
“Nasılsın?” diye arayıp sormayanlar, “Sen de hiç aramadın. Ben bozuldum” diye rahatlıkla üste çıkıp vermekten esirdikleri ilgi ve emeği karşısındakinden bekliyor. Romantik ilişkiler gibi arkadaşlık ilişkileri de emekten yoksun.
Yaşamın giderek daha zor hale gelmesi, artan sorumluluklar ve iş yükü, maddi sıkıntılar, özellikle büyük şehirlerde trafikten dolayı insanların bir araya gelmesinin daha da zorlaşması, ilişkilere yapılan yatırımı da -ne yazık ki- azalttı. Oysa, bireysel ve toplumsal travmaların üstesinden gelmek için birbirimize ve birbirimizle kurduğumuz bağlara ihtiyacımız var. Bağ kurmanın iyileştirici gücünü azımsamamak gerek; bağ kurabilmek iyileştiricidir. Hayatta yorulan, haksızlığa uğrayan da sadece kendimiz değiliz. Hepimizin problemleri var ve hayat hemen kimse için adil değil. Bu yüzden sanki hayattan alacağımız varmış gibi davranmak ve diğer insanlar bize borçluymuş gibi bir tutum sergileyip vermekten kaçınmak bizi yalnızlaştırır.
Asla yetmeyecek bir sevgiyi beklemek!
İnsanların çoğunun yaptığı hatalardan biri de kendisine göstermesi gereken sevgi ve şefkati bir başkasından beklemesi. O ihtiyacın muhatabı diğer bir kişi olmadığı için de hep sevgiye aç kalması, içinde kocaman bir boşlukla sevilmeyi umut etmesi. İnsanlar ebeveynlerinden alamadığı sevgi ve ilgiyi -yetişkin olsalar bile- diğer insanlardan almaya çalışabilir. İlişki içindeki beklentileri gerçekçi olmayabilir.
Kaotik bir ailede büyüyen, eleştirisel ya da ihmalkar ebeveynler tarafından büyütülen çocuklar genellikle sevilmek için bir şeyler yapması gerektiğine inanır. Kendi varoluşlarıyla sevileceklerini düşünmezler. Onlar, bir ilişkide genellikle veren, anlayan ve besleyen taraf olurlar.
Bazen de bir kişiyi kendilerine yakınlaştırmaktan korkarlar, çünkü sevilmeyi hak etmediklerine o kadar inanırlar ki ya o ilişkiyi terk ederler ya da karşısındaki kişinin kendisini terk etmesi için ellerinden geleni yaparlar. Bu tür ilişkilenmeler sadece romantik ilişkilerde değil, arkadaşlık ilişkilerinde de kendisini gösterir. Ancak, arkadaşlık ilişkilerinde karşı tarafa hissedilen duygularla, romantik ilişkilerde karşı tarafa hissedilen duygular farklıdır, dahası insanın birden fazla arkadaşı olduğu için arkadaşlık ilişkilerinde ortamda esen toksik rüzgar, romantik ilişkilere kıyasla daha az üşütür.
Bağ mı bağımlılık mı?
Özetle, ilişkideki bağlar iyileştiricidir ama bazen bağ sandığımız şeyin bağımlılık olabileceğini de göz ardı etmemek gerek. Bir duyguyu şiddetli yaşamak demek, o ilişkinin kuvvetli olduğu anlamına gelmez. Bazen insan farkında olmadan çocukluğundan taşıdığı duyguları, zihninin bir odasına sakladığı kutuların içinden çıkartır. O kutuları açtıran kişiler de genellikle geçmişte derin yaralar açan kişilerle -genellikle ebeveynlerle- benzer bir ya da birkaç özelliğe sahiptir. Dolayısıyla, ilişkilerde karşımızdaki insana hissettiğimiz duyguların ne kadarının o insanla ne kadarının bizim ona yüklediğimiz anlamla ilgili olduğunu ayırt etmek, bizi daha gerçekçi beklentilere yönlendirir.
Çoğumuzun çocukluktan kalma yaraları var. Ebeveynlerimiz kendi kapasitelerinin en üst seviyesinde bizi çok sevmiş olsa bile sevme biçimleri bize iyi gelmemiş olabilir. İlişkilenmeye çalıştığımız insanların ebeveynlerimiz olmadığını ve bizlerin birer yetişkin olarak kendimize göstermemiz gereken sevgi ve şefkati başkalarından alamayacağımızı unutmamamız gerek. Eğer ebeveynlerimiz bize yeterince iyi ebeveynlik yapmadıysa onların eksiklerini bir başkası üzerinden tamamlamaya çalışmak, aynı yarım kalmışlık duygusuyla defalarca kez yüzleşmeye sebep olabilir. İnsan kendi kendisinin ebeveyni olmayı becerebildiği zaman, kendi kendine yetebilmeyi ve başkalarına olması gerektiğinden fazla anlam yüklememeyi de öğrenebilir.
İlişkiler emek ister. İlişkilerde almayı beklemek kadar vermeyi de bilmek gerek. İlişkileri tüketim dünyasına kurban etmeyip yaralarımızı sarmak için birbirimize ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. Öte yandan ilişkileri geçmişten taşıdığımız acı anıların telafi üssü olarak da görmemeliyiz.