Okura not:
Günün 11’i, Türkiye medyasındaki görüş ve yorum çeşitliliğini yansıtmak amacıyla hazırlanmaktadır. Aşağıda özetini bulacağınız yazıya yer vermemiz, içeriğini onayladığımız ve/veya desteklediğimiz anlamına gelmez.
Sermayenin ve liberallerin “Piyasa zenginlik ve demokrasi getirir”, “Bürokrasiyi azaltır” diye diye kamusal sağlık sistemini yok edişinin sonucunda bu noktaya geldik.
Gözünü para ve kan bürüyen sağlık sistemi halka sağlık ve ölüm sattı.
Normalleştirdik.
Sermayenin kazandığı, emekçinin kaybettiği “sağlık reformu” ve “devrim”in sonuçları bize adım adım kabul ettirilen, hayati bir hakkın ortadan kaldırılması anlamına gelen politik bir saldırıydı.
Sağlığı satmak politiktir.
Hükümet icraatıdır.
Sermaye kazanır.
Özel hastaneler politiktir.
AKP yandaşı da, seküler olanı da. Dua okuyanı da üniversitesi olanı da.
Sağlığın halka satılması, neoliberal politikanın vücut bulmuş halidir.
Şimdi, Yenidoğan Çetesi karşısında, bize olağanüstü bir caniliği gösterip bunu mümkün kılan “parayla sağlık” sistemini aklamak istiyorlar.
Neymiş? Yeterli denetim yokmuş.
Neymiş? AKP tüm denetim araçlarını etkisiz kılmış.
Hepsi doğru. Ama “doğru”yla üzeri örtülen gerçeklik en iyi denetim sisteminin bile “sağlık piyasa”sındaki “içsel” olan halk düşmanlığını çözemeyecek olmasıdır.
Denetim için her polikliniğin başına bir devlet memuru, hem de hekim olması gereken bir tıbbi uzman mı konulacak?
Hekimlik bir uzmanlık alanıdır. Hasta ile hekim arasındaki güven ilişkisi parayla bozulduğunda, sağlık sermayenin bir yatırım ve kâr alanına çevrildiğinde, bu “içsel sorun” denetim ile çözülemez. Ancak ağrı kesici ile acı azaltılabilir.
İşte bu nedenle, Yenidoğan Çetesi, buz dağının görünen yüzüdür.
Büyük canilikle, sıradan soygunun ve kabul edilebilir caniliğin üstünün örtülmesidir.