ALTAN SANCAR
altansancar@diken.com.tr
@altansancarr
Ankara son günlerde yoğun yağış ve sellerle mücadele ediyor. Ölümlerin ve büyük maddi hasarın olduğu Ankara’da seller, akıllara betonların altında kalan dereleri ve bu derelerin yataklarına kurulan yerleşimleri getirdi.

Ankara Sakarya, Kızılırmak ve Konya havzaları içinde yer alan bir kent. Aynı zamanda kente doğru uzanan dağlar arasından vadiler boyunca akan çok sayıda akarsu ve derenin ev sahibi.
Sadece ‘Ankara Çanağı’nda yüzlerce dere bulunduğu çalışmalarla ortaya çıkarılmış durumda. Türkiye’nin başkenti ilan edilmeden önce Ankara’nın dereleri hem tatlı su kaynakları hem de balıkçılık için kullanılan alanlardı. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılaşma sürecinde kentin içindeki çok sayıda dere yer altına itilerek üzerine ulaşım sistemleri ve imarlar inşa edildi.
Çevre ve İnşaat Yüksek Mühendisi, ‘Su Uzmanı’ Hasan Akyar, Ankara en az 15 derenin üzeri kapatılarak yerin altına itildiğini ortaya çıkardı. Bu dereler arasında, Kutugün Deresi, Beytepe Deresi, Ağıldere, Yalıncakköyü Deresi, Karakusunlar Deresi, Söğütözü Deresi, Cevizlidere, Kirazlıdere, Dikmen Deresi, Ayrancı Deresi, Kavaklıdere, Hoşdere, Seyrantepe Deresi, Bülbülderesi, Akdere gibileri yer alıyor.
Akyar’ın Ankara’nın Kayıp Dereleri isimli çalışmasında kentin ortasından geçen ve bugün asfalta gömülen derelerden bazıları görülüyor.

Derelerinin üzerinin kapatılması kentin tarihinde sellerin köklü bir yer almasına yol açtı. 4 Mayıs 1946’da Bent Deresi, 7-8 Mayıs 1947’de Hatip Çayı, 12-15 Haziran 1951’de Dikmen ve İncesu Dereleri çevresini sel bastı. 1 Mayıs 1953’de dolu ve yağmur sonucu oluşan selleri, 19 Haziran 1954’de sağanak yağış sonucu bazı semtleri su basmaları takip etti. 18-21 Haziran 1961’de de Bayındır Çayı, Esat ve Dikmen Dereleri yine aynı biçimde taştı.
9-11 Eylül 1957’de Hatip Çayı havzasından gelen selse şehir tarihinin en büyük taşkınlarından birine yol açtı. Felakette 196 kişi öldü. Bu, Ankara tarihinin en büyük trajedilerinden biri olarak anılıyor.
Öyle ki Hatip Çayı vadisinden gelen sel suları Elmadağ’dan Lalahan’a vadiyi takip ederek Hasanoğlan, Kayaş ve Ankara’ya doğru ilerledi. Ankara’ya ilerleyen sel suları, Üreğil, Mamak, Saimekadın, Gülveren, Demirlibahçe, Bent Deresi, İsmetpaşa Mahallesi, Atıfbey, Dışkapı, Kazıkiçi Bostanları ve Akköprü gibi semtleri sular altında bıraktı.
Ankara’nın derelerini, son günlerdeki yağışları ve “Sel Ankara’nın kaderi mi” gibi kritik soruları ‘Su Uzmanı’ Hasan Akyar’la konuştuk.
Ankara Çanağı olarak tanımlanan bölge ve buradaki önemli akarsulara dair bir portre çizmeniz mümkün mü?
Doğuda Hüseyin Gazi yükseltileri; güneyde Çal Dağları, İncek sırtları, Ahlatlıbel; kuzeyde Keçiören sırtları, İncirli, Karşıyaka ve bu alanın Sincan’a doğru giden kesimine biz Ankara çanağı adını veriyoruz.
Bu çanağın içinde aslında yılın her günü doğal akımları olan üç büyük akarsu var. En fazla akışi kuzeydoğudan gelen Çubuk Çayı’nda. Onun üstüne de cumhuriyetin ilk su yapısı olan Çubuk Barajı yapılıp Ankara’ya uzun yıllar içme suyu sağlamıştır.
Diğeri Hatip Çayı olarak adlandırılır. Bu da doğu-güneydoğudan gelir. Üçüncüsü de İncesu deresi. Bunlar doğal olarak gelir ve Ankara’da Akköprü civarında, yani şimdiki Ankamall, sırtınızı dayar ve elli adım atarsanız önünüze baktığınızda da açıkta bu üç derenin, köprülerin altında birleştiğini görürsünüz.
Bu üç çay birleşir ve Ankara Çayı adını alır. Batıya doğru gider ve Sakarya’yla buluşur. Sakarya’da Karadeniz’e dökülür. Ankara, aslında Karadeniz havzası içinde bir alandır. Bunun dışında Ankara’da yüzlerce dere vardır. Bu çanağın içinde bizim saptayabildiğimiz iki yüzün üstünde küçük dereler var. Bunların kimi yazın kurur. Kurak periyotlarda içinde hiç akış olmaz. Kiminde de çok cılız sular vardır.
Yani yağışa ihtiyaç duyarlar…
Elbette, akış için yağış olması lazım. Yağış da Ankara’ya uzun zamanlı istatistiklere göre genellikle kuzeybatıdan gelir. Hava durumu raporlarında ‘Balkanlar’dan gelen yağış’ adı verilir. Genellikle yüzde altmış oranda buradan gelen hava akımları, bulutlar yağışını bırakır.
Yağışını bıraktıkları yerler de Ankara’nın güneyindeki yükseltilerdir. Dolayısıyla Ankara’daki bu irili ufaklı derelerin büyük çoğunluğu, hatta beşte dördü güneyden kuzeye doğru akar. Kısacası Ankara Çayı’na doğru akar.
Ankara’nın coğrafi yapısında derelerin geniş bir yeri var o zaman…
Bizim saptayabildiğimiz iki yüzün üstünde irili ufaklı dereler var. Bunlar eğer kendi doğal akışlarında olsa yaz dönemlerinde ve özellikle ekim, kasım aylarında içinde yağış barındırmazlar.
Size bir örnek vereyim, eğer eviniz Çayyolu taraflarında ve iş yeriniz Kızılay, Kolej veya Cebeci taraflarındaysa, Eskişehir yolu üstünden her sabah işe gidip, akşam eve dönerken en az otuz kırk derenin üstünden geçersiniz ve farkına varmazsınız. Bunlar Beytepe Deresi, Cevizlidere, Dikmen Deresi, Kirazlıdere, Ayrancıderesi, Kavaklıdere, İncesu diye gider.

‘Kendi kapasitelerinin üstünde suyu aktarıyorlar’
Bu dereler şimdi nerede?
Zamanında büyük çoğunluğunun üstü açıkken doğal akımlarında ilerlerdi. Fakat Ankara, cumhuriyetin ilk yıllarında otuz bin nüfusu barındırırdı. Bugün ise beş altı milyona vardı. Hele ki bu çanak içinde dört beş milyon nüfus barınıyor. Ve bu nüfusun da tükettiği içme suyu var. Bu içme suyunun da büyük çoğunluğu tekrar pis su olarak, evsel atık su olarak, ticarethanelerin, küçük sanayilerin bütün o atık suları da bu derelere eklenir.
Ankara’ya verilen su miktarı en az bir milyon dört yüz bin mektreküptür. Yılda beş yüz milyon metreküp suya karşılık gelir. Ek olarak pis su da kanalizasyon olarak döner. Dolayısıyla eskiye göre bu derelerimiz kendi kapasitelerinin üstünde suyu aktarma durumunda kalırlar. Geçmişte yaz ayları, sonbaharda kuru olmalarına rağmen şimdi kanalizasyonda karıştığı için hemen hemen hepsinde bir akım mevcuttur.
Yapılaşmanın etkisi
Bir de yapılaşma konusu etkili diyebilir miyiz?
Yapılaşma olduğu için eskiden gecekondu, seyrek evler, birkaç katlı evler varken şimdi dikine bir gelişme yaşandı. Mesele 1 kilometrekarede yüz kişi yaşarken, şimdi on binlerce kişi yaşamakta. Dolayısıyla yoğunluk da artmıştır buralarda ve haliyle yapılaşma da artmıştır. Ek yolarak yollar yapılmıştır, asfaltlanmıştır, kaldırımlar, betonlanmıştır. Dolayısıyla buralara düşen yağışın geçmişte yüzde 80’i açık araziye, toprağa yağdığından, yer altı suyuna süzülmekteydi ve akış ötelenmekteydi. Dolayısıyla taşkın riski de daha azdı. Ama günümüzde tam tersi, yüzde 20’si akışa geçecekken, yüzde 802’si akışa geçmekte.
Dolayısıyla bu da daha fazla suyun bu derelerimizde, bu drenaj yollarında, mecralarında oluşmasına neden olmaktadır. Onun için son yıllarda, özellikle son otuz kırk yılda daha fazla su baskınlarıyla karşı karşıya kalmaktayız.
‘Dereler eninde sonunda intikam alır’
Biz Karadeniz’de yaşanan sellerde daima ‘Dere kendisine ait olanı alır’ diye sözler duyarız. Bu Ankara için de geçerli mi?
Bu dere yataklarına çok uzun dönemde istatistiklere göre aşırı yağışlara uygun olarak geçmişten gelen mülkleri vardır. Yani taştıkları zaman belli seviyeye kadar çıkmaktadır. Biz bunların o alanlarını da yapılaşmaya açmışız. Yol yapmışız, yapılaşmaya girişmişiz. O zaman bu dereler de zaman zaman kendi hakları olan o arazileri kullanmaktadırlar. Böyle olunca da dereler zaman zaman kendi mülklerine sahip çıkıyor ve özlerini arıyorlar. Yani siz oraya derenin mülküne bir şey yaparsanız, işte PTT binası, konut yaparsanız, bir okul yaparsanız, cami yaparsanız, eninde sonunda dereler intikamlarını alıyor. Bunları su basıyor, hatta yıkıyor ve enkazı da olduğu yerde bırakıyor.
Biz sel felaketleri karşısında sık sık iklim değişikliği konusunu görüyoruz. Ama ben sizin söylediklerinizden bunun tek nedeninin bu olmadığını anlıyorum…
Kentlerde yoğunlaşma her şeyin dengeyi bozmuştur ve aşırı iklim olayları olmuştur.
Size bazı örnekler vererek açıklamaya çalışayım. Aşırı yağışlar elbette olabilir, ama bu son zamanlara ilgili değildir. Ankara’nın kayda geçmiş en büyük su baskını taşkını 11 Eylül 1957 tarihli Hatip Çayı’nın taşmasıdır. Yüzlerce insan hayatını kaybetmiştir burada. Buna bakınca yakın tarihli olmadığını rahatlıkla görebiliyoruz.
Eskişehir yolunda Diyanet İşleri Başkanlığı var. Onun vaktiyle arkasında Atatürk Hastanesi vardı. Yaklaşık sekiz ya da on yıl önce bir su baskını oldu. Atatürk Hastanesi’nin acil servisinde iki kişi boğuldu.
Ankara’daki su baskınlarının hangi ayda olduğunu sorsak herkes ilkbahar veya kış mevsimini işaret eder. Oysa bunun tam tersi Ankara’daki su baskınları haziran, ağustos ve eylülün ilk yarısında olmuştur. Yani kurak mevsimlerde yaşanmıştır
Neden?
Ben bunu bilimsel olarak şöyle açıklıyorum: İç Anadolu’da konveksiyonel yağışlar deriz. Bunlar deyim yerindeyse bulut çatlaması da denebilir. Bu yağışlar aslında çok küçük bir yöreye, bir iki kilometrekarelik alana çok kısa sürede yoğun bir şekilde yağışını bırakır ve birden hava açar. İşte bunlar, su baskınlarını tetikler ve genellikle haziran, ağustos ve eylülde olur.
Gelelim bugün Ankara’yı konuşmamıza neden olan ve yurttaşların hayatını kaybettiği o felakete. Bu da mı bahsettiğiniz biçimde oldu?
Bu konveksiyonel yağış değildi. Yani bizim o geleneksel, hep öngördüğümüzün dışındaydı. Bütün Ankara çanağının üstüne büyük bir alana ve uzun süre yağdı. Benim tahminlerime göre metrekareye yaklaşık yirmi veya yirmi sekiz kilogram yağış düştü. Bu olağanüstü bir durum. Bunun doğal olarak orta çaplı bir afete neden olması beklenirdi ki oldu. Yani cumartesi günkü olayı genelden de ayırmak gerekir.
Son olarak Ankara selle yaşamaya alışmak zorunda mı sizce?
Ankara’da BAKAY projesi vardı. Ankara’nın 2025 yılında 5 milyon 500 bin kişiye ulaşacağı tahmin edilen nüfusunun ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kanalizasyon ve yağmur suyu şebekelerinin, kollektörlerinin, ana boşaltım ve kuşaklama kanallarının uygulama projelerinin yapılması işiydi. Projesinin de 1900’larda hatta 1980’lerin sonlarında projelendirildiği dikkate alındığında bu geçen kırk yıl içinde Ankara’da çok büyük imar değişiklikleri oldu.
Planlanmayan bir şekilde dikine gelişmeye başladı. Farklı yönlere doğru büyüdü. Ve artık BAKAY’la Ankara’nın yapısı örtüşmemeye başladı. Yapılacak ilk şey önce yeniden bu BAKAY projesini revize etmek, yeniden planlamak yeni verilere göre bunu boyutlandırıp, projelendirip uygulamaya geçirmek. Bu çok uzun soluklu bir iş. Ciddi yatırım istiyor ve seçilmişler olsun, idare olsun kısa zamanda sonuç alacağı işlere kıt kaynaklarını ayırıyor.
BAKAY da hep erteleniyor. Onun için bunun daha uzun bir süre böyle devam edeceğini tahmin ediyorum. Bunun önüne geçebilecek, burada yaşayanların talepleri olmalıdır. Ankaralılar, “Biz temiz çevre istiyoruz. Derelerimizi artık açıkta görmek istiyoruz” dediklerinde bir baskı unsuru olacaktır. Çok ciddi, çok büyük yatırımlar gerekiyor bu iş için. Bu olmadıkça da bu sorunları yaşamaya devam edebiliriz.