Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Son günlerde ne zaman sosyal medyayı ya da bir alışveriş sitesini ziyaret etsem pembe renkli bir şey önüme çıkıyor. Barbie filmi, başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere birçok ülkede tüketim çılgınlığının yeni trendi olarak kendini gösteriyor. Örneğin, şu an Amerika Birleşik Devletleri’nin birçok eyaletinde badana yapmak için pembe boya bulmak neredeyse imkânsız; çünkü filmin yapımı için çok miktarda pembe boya kullanılmasının yanı sıra birçok insan da evlerini pembeye boyamak için tüm pembe renk boyaları tüketmiş durumda.
Barbie filmini izlemeden önce çocukluk yıllarımda moda olan Barbie’nin geri dönüşünün neden bu kadar abartıldığını anlamak için aklına fikrine güvendiğim yerli ve yabancı neredeyse tüm eleştirmenlerin film hakkındaki yorumlarını okudum. Filmde özetle, aslında mükemmel beden ve mükemmel hayatla özdeşleştirilen Barbie figürünün, gerçek hayatın hiç de mükemmel olmayan gerçekleriyle yüzleşmesi anlatılıyor. Eleştirmenlerin bir kısmı filmin senaryosunu zayıf bulsa bile film hakkında yapılan yorumlara göre film yine de oldukça beğeniliyor. Filmin geniş kitleler tarafından beğeni toplamasının en temel sebeplerinden biri, yıllar boyu feministlerin hedef aldığı Barbie figürü, bu sefer feminizmi de temsil ediyor. Film aynı zamanda Amerikan kapitalizmiyle dalga geçiyor ve bireysel farklılıklara da alan tanıyor. Özetle, film yıllardır ideal beden şekli ile özdeşleştirilip beden algısı problemleri ve yeme bozukluklarına sebep olduğu iddia edilen Barbie’nin farklı beden şekillerinde bebekleri piyasaya sürerek kendisini aklamaya çalışmasının bir uzantısı gibi. Yani -kabaca-aktivist bir film olduğu savunulabilir.
Aktivizm maskesi
Aslında tüm bunlar kulağa hoş geliyor. Açıkçası ben de izlemeden filmi oldukça merak etmiştim. Özellikle de asıl uzmanlık alanımın kadın ruh sağlığı, yeme bozuklukları, beden algısı problemleri, algı ve mükemmeliyetçilik olduğu göz önüne alınırsa, Barbie filmi benim için kişisel meraktan çok mesleki merak oldu.
ABD’nin hatırı sayılır okullarında psikoloji okumuş, orada yaşamış ve çalışmış biri olarak Amerikan kapitalizminin algıyı nasıl yönettiğine aşinayım. Dolayısıyla, Hollywood sinemasının samimiyetiyle ilgili her daim şüpheliyim. Yani aktivizm gibi görünen birçok şey, ardında kapitalizmi saklayan ve hatta besleyen bir maske de olabilir.
Film daha gösterime girmeden neredeyse tüm markaların kadın kreasyonlarına baştan aşağı pembe kombinler eklemesi, Barbie filmindeki elbiselerin de bu kreasyonlarda yer alması, ‘Barbie keki nasıl yapılır?‘ başlıklı tariflerin Instagram keşfet’de önümüze düşmesi gibi örnekleri göz önünde bulunduracak olursak, filmin amacından sapıp kapitalizmin ağlarına takılı kaldığını inkar edemeyiz. Dolayısıyla, filmin Barbie imajını yenileme çabası, farklılıkları ve bireysel özgürlükleri savunması da gölgede kalıyor.
Farklılıklar üzerinden pazarlama
Orada yaşayanlar ya da yaşamış olanlar daha iyi bilir; farklılıklara duyduğu saygı ve bireylere tanıdığı özgürlüklerle her daim övünen ve bu bakış açısını tüm dünyaya aşılama çabası içinde gibi gözüken ABD, izlediği bu politikada riyakardır. Farklılıklara duyduğu saygı kendi menfaatine çeyrek kala biter. Ve insanların sahip olduğu tüm farklılıkları kapitalizmi beslemek için rahatça kullanabilir. Film endüstrisini de bu amaçlarına kolaylıkla alet edebilir.
Örneğin, son çekilen Örümcek Adam serisinde, filmde Hintli, Hispanik, eşcinsel, siyahi, kadın, türbanlı örümcek adamlar olması, Örümcek Adam ürünlerinin daha fazla ülkede satılması için tasarlanmış gibi gözüküyor. Örümcek Adam hayranı olarak kişisel fikrimi soracak olursanız, filmin yeni versiyonu bana fazlasıyla zorlama geldi. Ben de bütün süper kahramanların erkek ve beyaz olmasından yana değilim ama Örümcek Adam ürünleri çocuklar arasında çok satıyor diye -muhtemelen- daha çok satmak adına böyle bir seri yapmak bana yenilikçi değil, çıkarcı gözüktü. Yani, bu yapım bana, bireysel farklılıklara saygı duyma zemini üzerine değil de bu farklılıklardan para kazanma zemini üzerine inşa edilmiş gibi geldi. En azından ben samimi bulmadım diyebilirim.
LGBT ve ötekileştirme
Tabii bir de LGBT konusu var. Bugün dünyada, özellikle konservatif toplumlarda LGBT karşıtlığı var. Öte taraftan bir şeyi baskılamak ya da yargılamak var olan bir gerçekliği değiştirmediği gibi yargılanan şeyin farklı şekillerde istismar edilmesine de sebep olabiliyor.
ABD’deki eğitimim sürecinde, eğitimin zorunlu parçası olarak cinsel kimlik gelişimi ve cinsel kimlik kriziyle ilgili birçok ders aldım. Kendilerini LGBT olarak tanımlayan insanların birçoğu kendi cinsel kimliklerinin farkına varma ve bunu kabul etme süreçlerinde acı çeker. Kendi gerçekliklerini -bazen farkında olmadan- içlerinde senelerce bastırabilirler. Örneğin, evlenip çocuk sahibi olduktan sonra eşcinsel olduğunu fark eden ve bunu kabul etmekte zorlandığı gibi çevreden gizlemenin gerginliğini yaşayan insanlar var. Yani kendisini LGBT olarak tanımlayan birçok insan, kendi içinde zor ve sancılı süreçlerden geçiyor. İnsanın en başta ailesi tarafından kabul edilmeyeceğini düşünmesi bile zor. Toplum tarafından ötekileştirilmek de acı verici. Çocukluğumdan beri hayranı olduğum Freddie Mercury’nin hayat hikayesini anlatan ‘Bohemian Rhapsody’, eşcinsel olan Freddie Mercury’nin kendi cinsel kimliğiyle ilgili yaşadığı sancılı süreçleri de iyi anlatan bir film. İzlemediyseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
Sonuç olarak, kendisini LGBT olarak tanımlayan insanlar zor psikolojik süreçlerden geçiyor. Ve bu zorlu süreçlerden geçerken psikolojik destek almaları gerekebiliyor. Sırf bu yüzden dünyada LGBT konusunda uzman birçok ruh sağlığı uzmanı var. LGBT bir hastalık olarak tanımlandığı için değil; kendi kimliğini anlamaya çalışırken çekilen zorlukların yanısıra özellikle konservatif toplumlarda heteroseksüel olmayan biri olarak yaşamak güç olduğu için.
Ortada keyfe keder yapılmış seçimlerden ziyade, bireyin kendi gerçekliğiyle ilgili yaşadığı sancılı süreçler varken LGBT’yi dışlamak, ötekileştirmek var olan bir gerçekliği değiştirmiyor. Yani baskıyla heteroseksüel olunmuyor. Ayrıca, bireysel farklılıklar zorbalığa maruz kaldıkça, gücünü kapitalizmden alan samimiyetsiz bir aktivizm ortaya çıkıyor.
Yeni bir Pazar: LGBT için ürünler
LGBT ötekileştirildikçe kapitalizm de bu fırsatı gözeterek kendisine yeni bir pazar yaratıyor. Özgürleştireceğine inandırıp esir almak bazı sistemlerin en büyük becerilerinden biri.
Bugün birçok filmde ve dizide sanki senaryoya sonradan eklenmiş hissi veren, homoseksüellikle ilgili zorlama sahnelerle karşılaşabiliyoruz. ABD’de film sektöründe çalışanlardan edindiğim bilgiye göre bunun en temel sebeplerinden biri, dünyada birçok markanın LGBT kitlesini de kendisine yeni bir pazar olarak görmesi ve sponsor olmak için senaryoya kendi ürününü kullanan bir eşcinsel ya da trans eklenmesini istemesi. Yani çoğu filmde izlediğimiz homoseksüel karakterlerin olduğu sahneler -zoraki sıkıştırılmış sevişme sahneleri dahil- LGBT’yi, bireysel farklılıkları savunmak ya da ötekileştirmeyi kınamak için değil, LGBT’yi yeni bir tüketici grubu olarak esir almak için senaryoda yer alıyor. Dolayısıyla, bir şey ne kadar yasaklanıp baskılanırsa onu fırsata çeviren birileri illaki oluyor. Ve bu fırsatçılık sanıldığından daha fazla insana zarar verebiliyor.
Birileri algıyı yönetiyor ve yönetilenler de önlerine koyulan plastik havuçların peşine takılıp farkında olmadan bir çıkara hizmet ediyor. Bir düşünceyi savunanlar için de o düşünceye karşıt olanlar için de farklı tüketim pazarları yaratılıyor. İnsanlar polarize ediliyor ve bu polarizasyondan daha fazla rant elde ediliyor. Özetle, yaşadığımız dünyada -çoğunlukla- çark bu şekilde dönüyor.
Var olan bu düzene karşı koymak neredeyse imkânsız. Ne yaparsak yapalım tuzağa düşeriz. Kuzu kılığına girmiş kurtları her zaman ayırt etmek oldukça zor. Yalnız, her şeyin göründüğü gibi olmadığını aklımızda tutar, tam olarak neye alet olduğumuz üzerinde biraz düşünebilirsek, belki daha az hasarla kurtulabiliriz.
Son olarak eklemek istediğim bir şey var. Kadın Milli Voleybol Takımımızı kazandığı başarıdan dolayı tebrik ediyor, sonu gelmeyen travmalara maruz kaldığımız bir dönemde bize bu gurur ve mutluluğu yaşattığı için teşekkür ediyorum. Ötekileştirme, polarize etme üzerinden bu sevincimizi kursağımızda bırakmaya çalışanlara da akıl fikir diliyorum.