Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, işaret fişeğini bir cümleyle çaktı.
Şu cümleyle mesajı, Şam’ın kalbine yolladı:
“Apo denilen eşkıyayı kendi ülkelerinde barındırıp onu destekleyerek, Türkiye’yi terör belasına bulaştırmışlardır. Türk milleti artık bu konuda göstereceği iyi niyetin sonuna gelmiştir.”
Genelkurmay başkanı, bakan, başbakan ya da cumhurbaşkanı değildi uyaran.
Kara Kuvvetleri Komutanı’nın lafı yetti. Hem de gayet diplomatik bir laf. “Sabrımız tükeniyor, taşırmasınlar”. Bu kadar.
Bir gece ya da bir sabah ansızın gelmekten, sıcak yatağından almaktan, dünyanın kaç bucak olduğunu göstermekten filan bahis yoktu.
Hafız Esad diye birini tanımamaktan, artık bizim için yok hükmünde olduğundan da….
“Ey Şam; bak tarihe bak, tarihe dön, çok daha fazla ileri gidersen bunun bedeli ağır olur, ağır. Suriye’ye bizim tek cümlemiz var, Cemal Paşa’yı unutma” gibi gözdağlarına gerek duyulmadı.
…
Hafız Esad, durumun ciddiyetini anladı. Mesaj, adresine ulaşmıştı.
Öcalan, Suriye’den çıkarıldı.
“Teröristbaşı” Öcalan’ın Kenya’da yakalanarak 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilmesiyle sonuçlandı.
Bu sonuç da Ankara’da, ağırbaşlılıkla karşılandı.
“Sevgili ana muhalefet lideri, sana üzücü bir haberim var, terörist Apo’yu yakaladık” gibi bitirim ergen ağızlarıyla duyurulmadı.