AYSEL KILIÇ
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, geçtiğimiz hafta akademisyenlerle bir araya gelmek üzere Paris’e gitti. İnceoğlu, toplantının ardından öğrenci kızı Deniz’le buluştu. Anne kız, kahvelerini içtiler, hasret giderdiler, Paris’in orta yerinde patlayacak bombalardan habersiz… Sonra sarılıp vedalaştılar. Aradan 10 dakika geçmemişti ki silahlar, bombalar patladı… Paris 2’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana en kanlı eyleme tanık oldu.
İstanbul’a dönen Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu sorularımızı yanıtladı.
Katliamın olduğu gün Paris’teydiniz, neler yaşadınız?
Evet, oradaydım. Galatasaray Üniversitesi’nin Paris Sorbonne 1 Üniversitesi’nde yapılan akademik konsey toplantısına katılmak ve beş yıllık konvansiyonun imzalanması için, yöneticiler ve üç yeni dekan, bunlardan biri de benim, Paris’e gittik.
Konsey toplantısından sonra kızım Deniz’le görüşüp bir kahve içtik. Deniz altı senedir orada okuyor. Daha sonra Deniz evine; ben de kaldığım otele gitmek üzere ayrıldık. Ayrıldıktan sonra kızımdan bir mesaj aldım. Metroda olduğunu, her zaman kullandığı metro hattının iptal olduğunu ve bu nedenle diğer hattı kullanacağını söylüyordu.
Mesajın üzerinden beş altı dakika geçmişti ki telefonum çaldı. Kızımdı. Kızım konuşurken arkadan siren sesleri, insan bağrışları ve çığlıklar duyuyordum… Kızım, “Anne terörist saldırı olmuş. Bizi metrodan indirdiler, yollar kapalı, senden iki durak ötedeyim, ne yapacağım?” diyordu çaresizce. Otelden dışarıya fırladım ve onun da otele doğru hızla gelmesini söyledim.
Ortak bir noktada buluştuk. Otele döndük. Sabaha kadar televizyonları ve sosyal medyayı izledik, dehşete düştük. Bir de olaydaki kurbanları, yakınlarını ve olaya tanıklık edenleri düşünün. Büyük bir şok, travma…
‘Yaşam biçimine saldırıldı’
Bombalar Avrupa’nın göbeğinde patladı. Neler söyleyeceksiniz?
Londra’da, Madrid’de de bunlar yaşandı. Paris’te geçen Ocak ayında Charlie Hebdo katliamı gerçekleşti. Ama bu son saldırı daha farklı. Dostluk adına yapılan bir futbol maçına, rock konserine, restoranlara, barlara saldırdılar. Yaşam biçimine, belirli bir zihniyete, onaylanmayan ama diğer yandan da homojen olmayan bir kitleye karşı yapılan saldırıdan söz ediyoruz. Savunmasız insanlar, kadın ve çocuklar hedef alındı. Hem de Charlie Hebdo saldırısının yapıldığı yere 200 metre mesafede. 10 ay sonra, ‘Bakın yine buradayız işte’ mesajı veriliyor. Tamamen bir güç gösterisi. ‘Bakın istihbaratınız hani çok güçlüydü, bizi alt edemediniz’ deyip korku, infial yaratmayı amaçladılar. Ve ne yazık ki amacına ulaştılar.
-Ortadoğu’daki şiddet nedeniyle insanlar Avrupa’ya gidiyor… Avrupa’daki saldırılarla birlikte bu ‘kaçış’ların da sonu geldi mi sizce?
Bu kaçışların sonu zorunlu olarak gelecek. Bu saldırılar sonrası Avrupa’da zaten var olan zenofobi (yabancı düşmanlığı) ve İslamofobinin ivme kazanması kaçınılmaz. Avrupa ülkeleri çok sıkı tedbirler alacak. Hatırlarsanız 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’de Vatanseverlik Yasası (Patriot Act) çıkmıştı. İnsanlar bu yasa gereği keyfi, sorgusuz sualsiz gözaltına alınıyor, yabancılar potansiyel şüpheli veya terörist muamelesine tabi tutuluyorlardı. Avrupa’da da buna benzer uygulamalar yaşanacak. Paris saldırganlarının birinde Suriye pasaportunun bulunması sonucu göçmenlere ve sığınmacılara karşı davranışlar hemen değişti. PEGIDA gibi aşırı sağcı, ırkçı grupların eline koz geçmiş olacak.
‘Bu saldırıların insanlığa karşı saldırılar olduğunu biliyoruz; bir tek topluma, ulusa ve bir tek dine karşı değil. Yaşam biçimine karşı işlenen insanlık suçu. Ama bunca göçmen aldık, bunların her biri potansiyel bir terörist, kendimizi bunlardan korumalıyız’ tarzı bir algı yönetimi mevcut. Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın Paris katliamından önce, 23 Eylül’de yapılan AB zirvesinde 2 milyon göçmeni topraklarında tutması karşılığında Türkiye’ye para yardımı önermesi, bu konudaki tutumu hakkında çarpıcı bir örnek oluşturmakta. Bundan sonraki önlem ve sert uygulamaları artık düşünün.
Medya barış dilini kullanmalı
Bombalar patlarken, biz gazetecilere nasıl bir görev düşüyor?
Toplumsal olarak hassasiyetlerin oluşabileceği ve çatışmaların alevlenebileceği ortamlarda haber verilirken, barış dilinin kullanılması gerekiyor. Toplumu ayrıştıran hakaret içerikli kelimelerden ve nefret söyleminden kesinlikle kaçınılmalı. Haber verilirken çatışmayı sadece iki tarafın çatışması gibi göstermekten de kaçınmak gerek. Bunun yerine çatışmaya taraf olan gruplar/kimseler daha küçük alt gruplara bölünerek, çatışmaya kimlerin, nasıl dâhil olduğu açıklanmalı. Çünkü bir çatışma, sadece iki tarafın arasındaymış gibi gösterildiğinde, bir kazananın ve bir kaybedenin olacağı sonucuna ulaşılır…
Haber yazılırken, görüşlerine yer verilen uzmanların ve politikacıların, tek bir dilden ortak ifadelerle konuşmaması ve farklı görüşlere sahip olması haberin çok dilli yapısına bir katkı sağlar. Unutulmamalıdır ki haberin her yönü ile ele alınması biz-onlar ayrımına neden olan faktörlerin bir bölümünü ortadan kaldıracaktır.
Haber verilirken sadece uzman ve politikacıların görüşlerine değil, sıradan insanların görüşlerine de yer verilmeli. Zira söz konusu çatışma, Bourdieu’nün ifadesiyle sadece sembolik seçkinlerin değil, sokaktaki insanın da çeşitli bakış açılarıyla taraf olduğu bir çatışma. Bu bağlamda sıradan insanların görüşlerine haberlerde yer vermek bütün bakış açılarını olabildiğince aktarmak anlamında son derece önemli.
Haber metinlerinde yer alan bilgilere ilişkin olarak kaynak belirtmek son derece önemli. Kaynaklar üzerinden konuşmak haberin spekülatif olmasının önüne geçilmesini sağlar. Bu bağlamda okura kimin neyi neden söylediğini iletmek veya söz konusu habere nereden nasıl ulaşıldığını ifade etmek son derece önemlidir.
Avrupa ve Türkiye medyası, şiddetin kol gezdiği bazı bölgelere kör, sağır, dilsiz…
Evet, öyle. Örnek verecek olursak, bu yıl Kenya’da bulunan Garissa Üniversitesi’ne El-Şebab tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırıda 148 kişinin hayatını kaybetmesi ve 79 kişinin yaralanması… Daha yakın bir tarihe gidersek, Ekim ayı içerisinde, Boko Haram’ın bir haftada gerçekleştirdiği altı canlı bomba eylemi sonucu 40’dan fazla kişinin ölümü… Bu katliamlara global medyada çok az yer verildi.
Paris katliamından bir gün önce IŞİD’in Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta gerçekleştiği 43 kişinin hayatını kaybettiği intihar saldırısı ancak Paris’teki saldırıların ardından daha çok konuşulmaya başladı.
Bu konudaki en ilgi çekici örneklerden bir tanesi ise yine Boko Haram’ın 3-7 Ocak 2015 tarihleri arasında 2000’den fazla insanın ölümüne yol açan Baga Katliamı’dır. Uluslararası medyada söz konusu katliama yönelik haberlere, 7 Ocak 2015 tarihinde gerçekleşen Charlie Hebdo saldırısına dair haberlerden çok daha az yer verilmiştir.
Sonuçta katliamları yarıştırmak, kategorize etmek, bazılarını görmezden gelerek değersizleştirirken, bazılarına da daha fazla önem atfetmek hem ikiyüzlülüktür hem de insani ve etik değil.