Cumhurbaşkanı Erdoğan “Türkiye Yüzyılı” sunumunda, -o bir “vizyon belgesi” ise ve vizyon dediğimiz şey, ulaşılmak istenen bir ufku ifade ediyorsa- kendisinin en belirleyici olduğu son 20 yılda ulaşılamayan bir Cumhuriyet çerçevesini seslendirmiştir. Şöyle demiştir:
“Türkiye Yüzyılı’nda ülkemizi herkesin kendi yankı odasından çıkıp birbirini dinlediği, birbirini anladığı, birbirine saygı duyduğu bir yer haline getirelim. Gelin, Türkiye Yüzyılı’nı fark edilen, fark atan, farkını hissettiren ve farklılıklarıyla zenginleşen bir ülke haline gelişimizin sembolü yapalım. Gelin, Türkiye Yüzyılı’nda erdem ve adalet devletini zirveye çıkartalım. Gelin, Türkiye Yüzyılı’nda ülkemizi küresel çarkın bir dişlisi olmak yerine lokomotifi haline dönüştürelim. Gelin, Türkiye Yüzyılı’nı milli ve yerli değerlerle evrenseli kuşattığımız, sözümüzü çağa söylediğimiz bir dönem haline getirelim. Gelin, Türkiye Yüzyılı’nı korkularıyla yaşayan bir geçmişten umutları, hayalleri, özgüveni ve cesaretiyle şahlanan bir geleceğe geçişin kapısı yapalım.”
Bu sözleri dinledikten sonra insan ne diyor?
Keşke geçen yirmi yılda, insanların “yankı odasındaymış” gibi kamplaşmadığı bir toplumsal vasat gerçekleştirilseydi. Keşke bu sürede devlet yönetiminde “erdem ve adalet” herkesin teneffüs ettiği bir iklim olsaydı. Keşke gelinen noktada kimi zaman en tepeden salvolar yüzünden “korkuları ile yaşama”yı hiç konuşuyor olmasaydık. Keşke bu problemli iklimi, “muhafazakâr değerler” adına yapıp, o değerleri de yıpratmasaydık.