erdal@diken.com.tr
‘Zor’, ama ‘çok zor’ bir sormuş geçen gün bir meslektaşım bana ‘köşe’sinden…
Soru şöyle: “Radikal Gazetesi’nin eski yazarı ve yöneticisi Erdal Güven bizim yorumlarımızla ilgili Twitter’dan, “Millet sizden hüküm vermenizi değil, haber vermenizi bekliyor” diye yazmış. Hak ve hukuk ihlali savıyla CNN TÜRK’e açılacak davadan çıkabilecek cezayı sen mi üstleneceksin Erdal?”
***
ABD tarihinde bir başkanı, yani o ülkenin en güçlü adamını, ilk kez istifa etmek zorunda bırakan güç hangisiydi bilir misiniz?
Medya…
The Washington Post’un başlattığı, ama geç de olsa tüm medyanın sahiplendiği ‘Watergate’ haberciliğiydi Nixon’ın sonunu getiren…
Bir soru daha…
Başbakanla oğlu arasında geçtiği öne sürülen telefon konuşmalarının internete sızdırıldığı an itibarıyla Türkiye’deki anaakım medya, bıkmadan, usanmadan, peşini bırakmadan ‘hesap soran’ bir gazetecilik yapsaydı, bugün bu halde olur muyduk sizce?
Öyle ‘hamamın namusunu kurtaran’ bir iki köşe yazarını öne sürmekten, mevzuyu sohbet programlarına hapsetmekten bahsetmiyorum.
Sade suya tirit manşetlerden, ‘ortada kuyu var yandan geç’ tarzı haberlerden de bahsetmiyorum.
Muhalefet liderlerinin arkasına sığınmaktan hiç bahsetmiyorum (Onu da canlı yayında yüzlerine gözlerine bulaştırdılar ya neyse).
Adam gibi habercilikten, gazetecilikten bahsediyorum.
Demeç peşinde koşup, baştan sona hiçbir mitingi kaçırmayıp olup biteni kuru kuru aktarmatan değil… Hiçbir inandırıcılığı ve ağırlığı olmayan başyazılar döşenmekten de değil…
Soru sormaktan, sorgulamaktan, üzerine gitmekten, altından girip üstünden çıkmaktan, fikri takipten, sonuna kadar gündemde tutmaktan bahsediyorum.
Yalansa yalan, yolsuzluksa yolsuzluk, tapeyse tape…
‘Dördüncü kuvvet’ lafının hakkını vermekten bahsediyorum kısacası…
Anaakım medya sadece o tapeler yayınlandığından, ‘Alo Fatihler’den, 17 Aralık’tan, Gezi’de, Roboski’den beri değil… Nicedir bu halde…
Sefilliği giderek ortaya saçılan bir biat hali bu…
Ve bu haline en az o kadar sefil bahaneler üretmekle meşgul aynı medya.
Fatih Altaylı ve benzerlerinin ‘lağım çukurunda kremalı pasta yiyerek’ hala gazete televizyon yönettiği, yönetebildiği bir medya mı yolsuz siyasilere ahlak nutku çekecek?
Siyasiler, hemen her gün aşağıladıkları bir medyaya bakarak mı kendilerine çekidüzene verecek?
***
Bugün boşuna Türkiye’nin en az güvenilir ‘kurum’u değil medya.
Ben söylemiyorum bunu. ‘Kamuoyu’ söylüyor.
Kadir Has Üniversitesi’nin 5 Şubat’ta açıkladığı ve ‘her nedense’ medyada pek haber olmayan kamuoyu araştırmasından aktarıyorum:
‘Medyaya kesinlikle güveniyorum’ diyenlerin oranı sadece ve sadece yüzde 2,4.
Dahası, ‘aşağıdaki şekilde de görüldüğü üzere’ Türkiye’de en az güvenilen ‘kurum’ medya.
ABD dışişlerinin son yayınladığı insan hakları raporunda şöyle bir ifade yer aldı:
“Medyanın hükümetle iş yapan şirketler ve holdinglere ait olması bağımsızlığı engelliyor ve otosansür ortamı yaratıyor. Medya sahiplik yapısındaki tekelleşme haber içeriğini etkiliyor ve kamusal tartışma ortamının kapsamını daraltıyor.”
***
Adam gibi muhalefet yapamamakla eleştirilen ana muhalefet lideri, medyaya çıkışıyor, ‘Adam gibi yayın yapın’ diye. Diğer muhalefet lideri çıkışmııyor bile, dalgasını geçiyor sadece… Başbakan deseniz, şamar oğlanı bellemiş ne zamandır…
***
Tüm bunlar neyi gösteriyor bize?
Medyanın sefaletini… Ya da sefaletin medyasını…
Mevzu penguenlerden, ‘Alo Fatihler’den çok daha derin anlayacağınız…
Gazeteciysek eğer, bu sefaletle mücadele etmek düşer bize elimizden geldiğince.
***
Dönelim en başa. Hakan’ın sorusuna: O soruyu sormadan önce şunları yazmış:
“Türkiye’nin bu kadar kutuplaştığı bir dönemde kolaysa siz medya yöneticisi ya da patronu olun.
CNN TÜRK, haber kanalları arasında cesur ve saygın bir yerde duruyor. Bundan ötürü patron katında, Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Genel Müdür Barış Tünay’ı kutluyorum.”
Öncelikle ben de seni kutluyorum Hakan!
Soruna gelince: Patron katından değil de, gazeteci katından bir sorun varsa yanıtlayayım…