
DR. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Yaklaşık 10 gün kadar yurt dışındaydım. Yurt dışında kaldığım süre boyunca Türkiye ile ilgili haberleri takip etmedim ve uzun zamandır bu kadar huzurlu hissettiğimi hatırlamıyorum. Cehaletin getirdiği mutluluk böyle bir şey olsa gerek. Ne yazık ki huzurumun ömrü oldukça kısa oldu; çünkü ülkeye döner dönmez okuduğum haberler beni -yine- dehşete düşürdü. İnsanın bünyesine ‘farkındalık’ virüsü yerleşti mi asla huzur bulamıyor. Mavi yerine kırmızı hapı seçtiğim gün tam olarak ne zamandı hatırlamıyorum ama bugün olsa yine aynı seçimi yapardım sanırım. Farkındalık acı da olsa insan olmanın hiçbir ayrıcalığına sahip olmadan yaşamayı istemezdim.
Her gün yeni bir travma!
Ülkeye döner dönmez okuyup da dehşete düştüğüm haberler ‘Yeni doğan çetesi‘ ile ilgiliydi. Bizler senelerdir her gün yeni bir travmaya maruz kalıyoruz. Bilmiyorum farkında mısınız ama maruz kaldığımız travmanın dozu giderek artıyor. Hırsızlık, yolsuzluk, yalan, iftira, depreme dayanaksız evler, kadına şiddet, kayıp çocuklar, kazıklanma, pahalılık, işsizlik, evsizlik…Liste uzadıkça uzuyor, derken bir de para uğruna yeni doğan bebeklerin katline göz yumma eklendi şahit olduğumuz travmalara.
İnsan defalarca kez tecavüze uğradığı zaman bir süre sonra zihin ve beden birbiriyle bağlantısını kopartır. İnsan hissizleşir. Zihin acıyı tolere etmek için böyle bir yol izler. Aslında bizlerin de deneyimlediği benzer bir durum. Ruhumuza farklı şekillerde o kadar fazla tecavüz edildi ki, hissizleşmeye başladık. Artık yapılan rezillikleri yok sayıyor, hayatımıza devam ediyoruz. Evet acıyı tolere etmek için belki duyarsızlaştık ama bu acıyı farklı şekilde yönetmeyi öğrenmezsek yapılan kötülüklere hep sessiz kalırız. Karanlık psikopatolojilere sessiz kalırsak, kendi içimizdeki ışığı söndürürüz. Böylece, karanlığın kölesi haline geliriz ve insan olma vasfımızı kaybederiz.
Güven olmadan olmaz!
‘Karanlık Üçlü: Narsisizm, Makyavelizm ve Psikopati’ ve ‘Gizli Tehlike: Kültler‘ yazılarımda karanlık psikopatolojilerden bahsetmiştim. Bu psikopatolojilere sahip insanların ülke yönetiminde yer almasıyla benzer psikopatolojileri de yanlarına toplaması oldukça sık görülen bir durum. Zamanla psikopatoloji bataklığına dönen yönetim, her türlü yolsuzluğu, hırsızlığı, haksızlığı kendi çamuruyla örtbas etmeye çalıştığı gibi sınırları zorlayıp sadistik girişimlere de göz yummaya başlar. Paylaşılmış psikopatolojilerde bu sık rastlanan bir durumdur. Hiç kimse bu olanlara ‘Dur’ demediği için şiddetin boyutu giderek artar.
6 Şubat depreminden sonra yazdığım bir yazıda bahsetmiştim. Vatandaşın ülke yöneticileri ile kurduğu bağ, çocukların ebeveynleriyle kurduğu bağa benzer. Özellikle de bizim gibi bireyselleşmenin sağlanamadığı toplumlarda. Vatandaşın en temel ihtiyacı, ülkeyi yönetenlere güvenmektir. Bu güvenin sağlanamaması kendi başına travmatik bir deneyimdir. Güven ortamı sağlanmadığı zaman insan ne kendi bireysel hayatındaki problemlerle ne de toplumsal olaylarla sağlıklı bir şekilde baş edebilir. Başka bir deyişle, bastığın toprağın ayağının altından her an kayacağına dair endişe edersen, o yolda yürüyemezsin.
İnsanın zihninde; ‘Deprem olursa evim başıma yıkılır mı?’, ‘Bağışladığım paralar nereye gitti?’, ‘Ev sahibim çıkarırsa yeni ev kirasını nasıl karşılarım?’, ‘Çocuğumun okul masrafını nasıl öderim?’, ‘İşten çıkartılırsam ne yaparım?’, ‘Bir haksızlığa maruz kalırsam haklı olduğumu nasıl kanıtlayabilirim?’, ‘Tanıdık olmadan nasıl iş bulabilirim?’, ‘Sokakta yürürken başıma bir şey gelir mi?’, ‘Yeni doğan bebeğimin başına bir şey gelir mi?’ gibi sorular varken kendi hayatına dair hedefler koyması, onlara doğru ilerlemesi, aile kurması ve tabii tüm bunları yaparken hayattan keyif alabilmesi mümkün olabilir mi sizce?
Hepimizin kendimize özel problemleri var ama artık öyle bir noktadayız ki, bireysel problemlerimiz toplumsal problemlerimizin bir parçası haline geldi. Tabii toplumsal travmalara maruz kalırken bireysel travmalarımızın da tetiklendiğini unutmayalım. İşte bu sebeplerden dolayı insanımızın çoğu kaygılı, depresif, umutsuz ve öfkeli. Aslında hissedilen tüm bu duygular oldukça olağan. Ne de olsa bir dolu psikopatla aynı havayı soluyor ve onların kendi psikopatolojilerini bize sıçratmalarına izin verildiğine şahit oluyoruz. Dolayısıyla, başkalarının psikopatolojisi yüzünden duygu durumumuz, hayatımız alt üst oluyor.
Susma!
Hissedilen tüm duygular bastırılıyor. Bastırıldıkça da bir öfke topuna dönüyor. Öfke topuna dönen duygular muhatabına değil ya insanın kendisine ya da tamamen diğer masum insanlara yöneltiliyor. Kendine yöneltilen öfke yeme bozuklukları, depresyon, kaygı bozuklukları, sık sık kendini eleştirme, “Hayır” diyememe veya ilişkilerde problem yaşama, madde kullanımı şeklinde ortaya çıkabilir. Başkalarına yöneltilen öfke ise sosyal medyada birisini linçleme, başkalarının arkasından konuşma, yerli yersiz insanları eleştirme, bodyshaming, ilişkileri sabote etme şeklinde kendini gösterebilir.
İnsan kurban rolünü benimsedi mi bu tutum ve davranışları da normalleştirir. Ara ara şikâyet eder ama o rolden çıkmak için hiçbir şey yapmaz. Aslında çoktan duyarsızlaştırılıp sindirilmiştir. Biriktirdiklerini ancak pasif agresif şekilde yansıtır. Yani iyice pasifleştirilmiştir.
Üzerimize örtülen ölü toprağını acilen kaldırmamız gerek. Duyarsızlaşıp anlık acılardan kaçmayı başarıyor olabiliriz ama biz sınır koymadıkça hep daha şiddetlisi geliyor. Ve biz sustukça kötülüğe ortak oluyoruz ki, gün gelecek kötülüğün karanlığı hepimizi yutacak. Susup oturmaya ve unutmaya alıştık ama para için bebeklerin öldürülmesine de tepkimizi gösterelim bir zahmet! Hak eden cezasını çeksin. Mağdurlar değil, gerçek suçlular cezalandırılsın. İnsanlık adına bu sadistliğe, bu psikopatlığa sessiz kalmayalım. Unutmayalım ki sessiz kalmak demek, bu suça ortak olmak demektir.