GÜLBEN ÇAPAN
gulbencapan@diken.com.tr
@istanbulartsnob
“Gde ya mogu uvidet’ chernyy kvadrat Malevicha?” Google translate sayesinde, “Maleviç’in Siyah Karesi’ni nerede görebilirim” sorusunu bu şekilde çevirip taksiciye söyledim. O da beni Tretyakov Müzesi’ne götürdü desem inanır mısınız? Bence inanın. Çünkü Rusya’nın başkenti Moskova’da sanat, taksicilerin de fikir sahibi olduğu soğuğa karşı duyarlı uzaylılarla dolu bir şehir.
Moskova Bienali’nin davetlisi olarak bu büyülü şehre misafir oldum. 22 Ocak 2020’ye dek sürecek bienalin önizlemesi için oradaydık. Köklü bir sanat tarihine sahip ve geç gelen sözde demokrasiyle yönetilen Rusya, maalesef şimdiye kadar sadece yedi bienale ev sahipliği yaptı; bu yılki ise sekizinci.
Bienal, Moskova’nın önemli müzelerinden ve Maleviç’in Siyah Kare’sine de ev sahipliği yapan Tretyakov Müzesi’nin yakınındaki Tretyakov Galeri’sinin bir katında. Sadece tek bir kata yayılmış bienalin küratörü Dmitri Çerniakov. Avusturya’nın başkenti Viyana’nın önemli müzelerinden Albertina’yla işbirliği yapılması nedeniyle Gerhard Richter gibi blue chip sanatçıların da yer aldığı, beklediğimden iyi bir seçkiyle kapılarını açtı.
Aslen tiyatro yönetmeni olan ve ilk defa bienal küratörlüğü yapan Çerniakov, “İlk defa bienal gibi büyük çaplı bir projede yer almanın heyecanını yaşıyorum. Her ne kadar tiyatro geçmişim olsa da görsel sanatın her dalının birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum” diyor.
Azerbaycan, Bahreyn, Suudi Arabistan, İtalya, Çin ve Almanya gibi dünyanın dört bir yanından 34 sanatçıyı bir araya getiren küratör, maalesef bienale tema bulmamış; tema bulmadığı gibi bir basın bülteni de hazırlatmamıştı.
Bienalin internet sitesinden edindiğim bilgiler ve kendi telefonumla çektiğim görseller doğrultusunda, -5 derecede yaptığım seyahatten notlarımı paylaşacağım sizlerle. Seyahatim süresince en çok ilgimi çeken konu; Rusya’da sanatın elitist olmamasıydı. Müzelerin önünde bitmek tükenmek bilmeyen kuyruklar ve taksiciden hediyelik eşya satan mağaza görevlilerine kadar her kesimden insanın şehirdeki sergilerden haberdar olmasıydı.
Halk her türlü sanat faaliyetinden haberdar olmasına rağmen 8. Moskova Bienali’nin açılışı sessiz geçti. Bu sessizliğin arkasındaki sebep, 2017 yılında yine aynı ismin direktörlüğünü üstlendiği 7. Moskova Bienali’nde, bienal yönetimi ve sanatçıların eser üretim desteği konusundaki anlaşmazlıktı.
Bazı sanatçıların üretim maliyetleri karşılanmamış ve bu sebeple bir imza kampanyası başlatılmıştı. Bu, 8. Moskova Bienali’ndeki sessizliğin en büyük etkenlerinden biri. Bienal, bu sessizliğe rağmen, Alex Katz, Stephan Balkenhol, Zhang Huan, Hermann Nitsch (üstte) gibi sanatçıların işlerini bir araya getirdi.
Bienalde renkli bir labirenti andıran enstalasyonuyla en dikkat çeken iş Bahreynli sanatçı Raşit el Halife’ye (üstte) aitti. Contemporary Istanbul’da da El Halife’nin daha küçük ölçekli bir enstalasyonu yer almıştı.
Suudi sanatçı Halla bint Halit’e ait işler de sergide dikkat çekti. (üstte) Halla ataerkil sisteme karşı savaş açan kavramsal işleriyle yer alıyordu bienalde. Çok küçük yaşta evlendirilen, eşinin her türlü baskısına rağmen resim yapmaktan vazgeçmeyen sanatçı, Moskova Bienali’nde yer almanın sevincini yaşıyor ve hikayesiyle gazetecileri hayran bırakıyordu.
Önizlemede, açılış öncesi duvara manifestosunu yazmakla meşgul olan Andrey Kuzkin’le tanıştım. Rus çağdaş sanatçı Kuzkin ıslatılmış ekmek tanecikleriyle yaptığı heykelleri küçük hücrelere yerleştiriyordu. Üç duvarı da bu şekilde kaplayan sanatçının enstalasyonundaki ekmek ayrıntısı, İsa Peygamber’in bedenini sembolize etme özelliği ve Rusya’daki cezaevlerinde mahkumlara ekmek ürettirme geleneğini bir arada sunuyordu.
Moskova her ne kadar soğuk ve karanlık bir şehir olsa da çağdaş sanat adına atılımlar yapmaya devam ediyor. Kentteki sanat kurumları yüzde yüz özel sermayeyle işlemiyor. Hükümet öyle ya da böyle kurum ve projelere fon desteği ya da direkt ilişkilerle müdahil oluyor. Bu desteği Ruslar çok önemsiyor.
Fakat bir yandan da güçlü olanın desteğinin hiçbir zaman karşılıksız bırakılmayacağı gerçeğini de hatırlatıyor. Bu durum birçok sanatçının merkezden uzaklaşarak kendi bağımsız insiyatiflerini kurmaya itmiş. APXIV, Moskova’nın biraz dışında bir grup sanatçının boş bir fabrikayı atölye olarak kullanarak özgürce iş ürettikleri bir oluşum. Bu ve buna benzer oluşumlar aslında Post Sovyet Rusya’nın 30 yıllık demokrasi vaadinde henüz düşünce özgürlüğü konusunda tam da rayına oturmadığının bir kanıtı. Bu durumda, özel sermayeyle yıllarca kendi yağında kavrulan sanat piyasamız kendi yağında kavrulmaya devam mı etse?