H. AYHAN TİNİN
Sanat da var / Sanat-Toplum
insanatinart@gmail.com
Dünya eskisi gibi olmayacak.
Ya ‘sanat’?
İlk kez Giorgio Vasari bizim kullandığımız anlamda ‘Rönesans’ kelimesini kullanmıştır diye söylenir. Hani şu ‘Dünyanın ilk sanat tarihçisi’ olarak kabul edilen Toskana’lı…
Aynı söylem R. Burkhart için de kullanılır. Onun da Vasari’den üç yüz yıl sonra ‘Rönesans’ kelimesini yine bugün kullandığımız anlamıyla kullandığı söylenir.
Yeniden doğum, yeniden ışık…
Hatta yeniden, iyilik!
Öyle zannediyorduk ki, insanlık tarihi ‘Rönesans’ kavramını bir dönem aralığına bırakıp devam etti.
Oysa ‘corona’ günleri sanatın da karanlık günleri oldu. Sahneler kapandı. Perdeler kapandı. Setler kapandı. Sergi salonları, müzeler kapandı. Festivaller ertelendi. Konserler karanlığa gömüldü. Dünya ölçeğinde karanlık bir altı ay yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz.
Oysa ne kadar kibirliydi insanlık. Kendimizi zaten kurtarmıştık. Beyaz ayıyı da kurtaracaktık.
Ortaçağ’dan sonra 650 yılda kurduğumuz medeniyet, altı ayda çöküverdi. Bir virüs yetti. Tıpkı aldığınız en kaliteli dizüstü bilgisayarın bir virüsle çökmesi gibi. Meselenin donanımda değil yazılımda, insanlığın üstyapı üretimlerinde değil, altyapı değerlerinde olduğunu anlamak için daha kaç kuşağa ihtiyacımız var?
Sanat dünyası, iş dünyası, sosyal yaşam sosyal medyaya yayıldı. Dijital dünyada var olma telaşı… Fellini’nin ‘Amarcord’ filmindeki ünlü sahnesi akla geliyor. Yaşlı kadın genç delikanlıya “Üflemeyeceksin salak, emeceksin” der.
İnsanlığa musallat olan bir virüsün ulusların, dünya ölçeğinde ekonomilerin ve tek tek bireylerin hayatını nasıl etkilediğini gördükten sonra sanatın dili ve içeriği aynı kalabilir mi?
Sistemler değişecek. İhtimal ki kurumlar bu doğrultuda yeni iş yapma biçimleri ortaya koyacaklar.
Ya asıl aktörler yani insanlar? İnsanların hayata, hayatlarına, başkalarının hayatlarına ve dünyaya bakışı ne kadar değişecek? Değişecek mi?
Guiseppe Tornatore unutulmaz ‘Cennet Sineması’ filminde kahramanına “Kalabalıkların ruhu yoktur” cümlesini söyletir.
Sanatın dili; salgın dönemi ve sonrasında onulmaz yaralar almış insanları saracak ve onları yeni bir varoluş anlamına taşıyacak mı?
Bu virüsün üretildiğini biliyoruz. Önce insanın iyilikten uzaklaşıp, kötülüğü besleyen beyninde… ‘All the Money in the World’ filminde Paul Getty’nin öyküsünü izlerken, itici güç paranın hiçbir yalnızlığın çaresi olmadığını gördük.
Yeni bir Rönesans ve Hümanizm doğabilir mi bu yaşanan süreçten? İnsan ve insanlık birbirine güvenecek ve her şeyin ölçüsü yeniden insan olacak mı? Bir hümanist çağ başlayabilir mi?
Yoksa yarın herkes AVM’lerden plazalara, altı ay öncesine kadar isyan ettikleri varoluş sıkışmışlığına rağmen koşarak; alıştıkları yaşamlara, mekanlara ve ilişki tarzlarına mı dönecek?
Sanat hayatın içine mi girecek, yoksa hayat olmayı mı seçecek?
Sanat akımlarının ya büyük sosyal sarsıntıların ardından ya da kendilerinden önceki formlar tükendiğinde tepki olarak değiştiğini ve yeniden doğduğunu biliyoruz.
Ancak yine biliyoruz ki sanat topluma ayna tutmak için var. Kritik kavram tepki, kritik olgu ise bu tepkinin insana kendini ve yaşamını yenileyecek bir bakış açısı vermesi gerektiği sanırım.
Ne yazık ki, çağdaş sanat özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinde bu konumundan giderek uzaklaştı. Anlaşılır kılınması özellikle engellenen bir süreçte kitleyle bağlarını büyük oranda yitirdi.
Liberal ekonomilerin gözde kavramı marka değeri ve pazarlama üzerinden yeni bir anlam oluşturuldu. Şimdi insanlığın başına dert olan bir virüs, bütün bu yalan ve şişirme kavramların içinin ne kadar boş olduğunu gösterdi. İnsanı ve insanlığı merkeze almayan bir sanat anlayışının, yerçekimsiz bir boşlukta yararsızca sallandığını görüyoruz.
Bugün bir Rönesans gereksinimi var. Yeni bir hümanizme gerek var. Pazar değerine değil, insanı aydınlatmaya, uyarmaya ve düşünmeye yönelten bir sanatsal tavır…
Yazarı, çizeri, ressamı, oyuncusu, yönetmeni, performans sanatçısı… Kim olursa olsun! Virüs sonrasındaki yeni dünyanın kodlarını ve dilini doğru çözerek, ancak topluma da anlaşılır bir sözlükle yaklaşarak, yeniden kalabalıklarla barışmaya ihtiyaç var.
Biz iyilikten yana olanlar, sanatın tavrını; yeni bir hümanizm ve insanlığa gerçek faydadan yana koymasını bekliyoruz.
Dostoyevski “Dünyayı güzellik kurtaracak” der. Sait Faik ise “Bir insanı sevmekle başlayacak her şey.”
Biz sevgiden, onurdan, saygıdan ve insan için sanattan yana olanlar ise, gündelik yaşamın bu halini savunanlara soruyoruz: O kadar uygar, zengin ve zekiyseniz; neden mutlu değilsiniz?