AZİME ACAR
CHP’nin Nazlıaka krizi, bu hafta sonu tam iki ayını dolduracak.
Yönetilemedikçe adeta komediye dönüşen bu krizi, ‘Bir deli bir kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış’ ya da ‘Mahalle yanarken, mahallenin güzeli (!) saçını tararmış’ diye okuyabilirsiniz.
Hangisinden okursanız okuyun, kriz yönetimi açısından ders niteliğinde olduğu kesin.
Gelin, memleket yangın yeriyken adım adım tırmanan bu ‘gıybet’ krizine birlikte bakalım ve ipuçlarını okuyalım.
Dost sohbeti… mi?
Her şey, aralık ayının 14’ünde saat 13.50’de, Turktime’da Talat Atilla imzalı ve ‘CHP’li Nazlıaka Atatürk’ü sildi’ başlıklı bir özel haberle başlar.
Aylin Nazlıaka, demeçleriyle ve kıyafetleriyle her zaman medyanın ilgisini üzerine çekmeyi başaran bir isim. Habere göre, 10’a yakın CHP milletvekilinin koyu sohbetine dışardan katılan Nazlıaka, kısa bir selamlaşmadan sonra dinleyenleri şaşırtan şu olayı anlatır: “Bir CHP milletvekili arkadaşımın Meclis’teki odasını ziyaret ettim. Çay içerken gözüme Atatürk’ün büyük bir fotoğrafı çarptı, gidip onu yere indirdim.”
Haberde, şaşkın dostlarının ”Neden” sorusunu Nazlıaka’nın “Yeni şeyler söylemek lazım!” diye karşıladığını yazılır.
Talat Atilla’ya göre Nazlıaka kendisini haberden yedi saat sonra, saat 20.15’de arar ve “Seni mahvedeceğim” diyerek tehdit eder. Gazeteci Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunurken, vekil de 100 bin liralık tazminat davası açar. Hatta, gazetecinin bilgisayarına, cep telefonuna el konulmasını talep eder.
Gazeteci, Nazlıaka’yla yaptığı görüşmeyi kayda aldı mı diye merak edenlere, Talat Atilla’nın yazısından aktaralım: “Bir gazeteci, kendisine açıklama yapmak için arayan bir siyasetçiye, evrensel gazetecilik kuralları içinde hangi pozisyonu alıyorsa, elbette öyle yapılır.”
İpuçları açık ama özetleyelim. Dost meclisi sanıp uluorta konuşurken dikkat! Birileri, duyduklarını sizden hoşlanmayan birilerine, rakiplerinize ve medyaya aktarabilir.
Ve siz kızgınlıkla gazeteciyi arayıp saydırırken her şey kayıt altına alınır!
Siz sessiz kaldığınızda…
Nazlıaka, ertesi gün, “Olay doğru ama Atatürk’ün fotoğrafını duvardan ben indirmedim. Başka bir CHP milletvekili indirdi. Ben onu ikaz ettim” der. Ve medya, ‘Nazlıaka değilse, kim?’ sorusunun peşine takılır.
Ve ilk günden bugüne kadar geçen 55 günde Nazlıaka ‘Kim’ sorusunu ‘ilkeli olmak’ adına yanıtsız bırakır.
CHP ‘sessiz sedasız’ kriz yönetmeye çabalarken, üç gün sonra, Sözcü gazetesinde Rahmi Turan, üstelik ‘Talat Atilla’nın güvenilir bir gazeteci’ olduğu notunu düşerek hikayeyi köşesine taşır.
Nazlıaka, ilk haberden beş gün sonra Aydınlık Gazetesi yazarı Sabahattin Önkibar’a telefonda olayı doğrular ama yine isim vermez. Önkibar, bunun üzerine aradığı bir CHP İstanbul milletvekilinin, “O isim, bir hanım milletvekili” dediğini aktarır.
Nazlıaka ve CHP yönetimi sustukça, oklar en çok 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Otel’de yaşamını yitiren Metin Altınok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı’ya yönelir.
Haberin peşini bırakmayan Turktime’a 9 Ocak’ta konuşan CHP milletvekili Muharrem İnce’nin açıklamalarıyla kriz alevlenir. Nazlıaka’nın o sohbetini dinleyenlerden biri olan İnce, 25 gün sonra olayı doğrular, ismi bilmediğini söyler.
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, CNN Türk’te Ahmet Hakan’a “Yok öyle şey” derken, canlı yayına bağlanan Muharrem İnce, “Var” der: “Kimseye söylemedim. Tam genel başkana olayı aktaracakken, olay basına yansıdı. Bu olay doğrudur. Genel merkez yıpranmasın diye bu olayı sakladım.”
CHP yönetiminden bir ay boyunca hızlı, etkili ve tatmin edici bir yanıt bir türlü gelmez. İçin için kemirir durur.
Yılmaz Özdil’in krizin 41’inci gününde CHP’li gazetecilere, neden o ismi merak etmediklerini, neden ‘ölü taklidi’ yaptıklarını sorar.
İpucu açık görünüyor değil mi? Siz sessiz kaldığınızda, başkaları sizin kriziniz hakkında konuşmaya devam eder!
Çığın altındakiler!
Ve nihayet hareketlenen CHP, işi komisyona havale eder.
Zeynep Altıok Akatlı ise “Ben indirmedim” diye medyaya açıklamalar yapar. Peki ama o değilse kim derken, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, Nazlıaka’ya CNN Türk’te, Ahmet Hakan’ın programından çağrı yapar, açıklamasını ister.
Memleket yangın yeriyken, gerçek mi hayal mi olduğu bile tartışılan bir hikayenin içinde kaybolan CHP, çareyi parti meclisinde arar. 7 Şubat Pazar günü, ‘asılsız ve gerçeğe aykırı iddialar ortaya atarak, CHP’nin kamuoyunda tartışılmasına neden olması gerekçesiyle (Nazlıaka’nın) kesin ihraç istemiyle’ disipline sevk edilme kararı yazılı açıklamayla duyurulur.
54 gün sonra “O isim benim” diye ortaya çıkan Ankara milletvekili Necati Yılmaz’ın açıklamaları ise pek ikna edici bulunmaz. Neden bu zamana kadar sustuğu da anlaşılmaz.
Nazlıaka kararı kameralar karşısında yorumlarken hedefinde bilin bakalım kim vardır? “Olay, ismimim Aylin Nazlıaka olduğu kadar gerçektir. Ancak basına servis edilişi ve basında işlenişiyle ilgili yön değiştirmesi maalesef algısal boyutu ile gerçekleştirilen olay arasında fark yaratmıştır.”
Nazlıaka, medyanın konuyu işlemesi ve yanlış yönlendirmesiyle bir kar tanesinin kocaman bir çığ halini almasından yakınır.
Acaba kar tanesini çığa dönüştüren medya mı? Yoksa hassasiyetleri zamanında okuyup hızlı ve ikna edici yanıtlarla tez zamanda krizi yönetememek mi?
Nazlıaka krizini ‘Kemal Sunal’ı bile kıskandıracak komedi’ olarak tanımlayan Murat Bardakçı’nın 8 Şubat günkü yazısından bir alıntıyla yanıtlayalım: “Ah o basın yok mu, her şeyi hep yanlış yönlendiren, hiç durmadan hata eden ve yanlış üstüne yanlış yapan o basın? Bütün fenalıkların sorumlusu işte o mel’un basındır! Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’yı Viyana önlerinde bir basın ordusu perişan etmiştir.”