İngiliz gazetesi The Independent’ın ünlü Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, ‘Ermeni Soykırımı’ hakkında sert bir makale kaleme aldı. Fisk’in hem gazetenin 1’inci Dünya Savaşı dosyası için, hem de 1915’in 99’uncu yıldönümü vesilesiyle yazdığı makalede, az bilinen tanıklıklar yer aldı.
Fisk, ‘Türkiye’nin inkâr politikası ve Batılı ülkelerin buna ses çıkarmaması nedeniyle, Soykırım’la aynı saatlerde başlayan Çanakkale Savaşı’nın önümüzdeki yılki yıldönümündeki Ermenilerin yeniden öldürüleceğini’ yazdı. Makalenin tam metni şöyle:
‘Sel gibi akıyorlardı’
“Yaklaşık 50 bin Ermeni muhacir sel gibi akıyordu… İnanılmaz ve trajik bir görüntüydü.” Britanya ordusundan tabip subay Alan Glenn, 1’inci Dünya Savaşı’nın en büyük savaş suçundan kurtulanları gördükten yıllar sonra böyle yazmıştı: “Yaşlı erkek ve kadınlar, çocuklar vardı… Ara sıra, yolun kenarında ölmekten, zaten ölmüş veya bir kısmı köpeklerce yenmiş insanların yanından geçiyorduk… Onlar için hiçbir şey yapamıyorduk… Craig bana sonradan, tedavi ettiği yaşlı bir muhacirin ölmeden önce kendisine içi hatıra eşyalarla dolu bir deri kuşak verdiğini anlattı; içindekileri diğer muhacirlere yardım için kullanmasını istemişti.”
‘1’inci Dünya Savaşı’nın en aşağılık eylemi’
Glenn’in Gelibolu ve Mezopotamya’ya dair el yazması anıları oğulları tarafından ancak geçen yıl yayımlandı. Bu sayede, 1914-1918 savaşının en aşağılık eylemine, yani 1.5 milyon Hıristiyan Ermeninin 1915’te Osmanlı Türkleri ve onların ‘özel birlikleri‘ tarafından yok edilmesine ilişkin küçük de olsa bağımsız biçimde edinilmiş, değerli bir gözlemi daha okuyabiliyoruz. Glenn, soykırımın başlamasından üç yıldan uzun süre sonra, Ermenilerin ölümüne tanıklık etmişti. Bu soykırım, Yahudi soykırımının öncülüydü ve İstanbul’da 23 Nisan’ı 24 Nisan’ı bağlayan gece 235 Ermeni akademisyen, siyasetçi, avukat ve gazetecinin neredeyse resmen kurumsal hale getirilmişti. Sonradan 600 kişi daha gözaltına alındı.
‘Naziler de aynı şablonu kullandı’
Hepsi Anadolu’ya gönderildi, çoğu katledildi. Hükümet Ermenileri hain ilan etti; İtilaf devletleriyle, özellikle de Çarlık Rusyası’yla Osmanlı İmparatorluğu’na karşı işbirliği yapıyorlardı. İmparatorluğu sırtından vuruyorlardı. Birkaç sene sonra, Naziler de iktidara yükselirken aynı şablonu kullanacaktı.
Sonra Türkiye Ermenistanı’ndaki Hıristiyan Ermenilere yönelik tecavüz, yağma, işkence ve katliam başladı. Türkiye’den Suriye çöllerine uzanan ölüm tarlaları öyle korkunçtu ki, Ermenilerin cesetleri yığınlar halinde Fırat’a atıldığında su akamadığı için nehrin yatağı değişti.
‘Britanya raporu çok netti’
Nazilerin Yahudilere yaptığı soykırımın aksine, Batı Ermenilerin uğradığı katliamdan birkaç gün içinde haberdar olmuştu. Zira Batılı misyonerler ve uluslararası diplomatlar – ABD hâlâ tarafsızdı- ölüm yürüyüşlerini ve ceset yığınlarını kendi gözleriyle görmüştü. Müttefikler, Türkleri bunun görülmemiş büyüklükte bir savaş suçu olduğu konusunda uyardı. Haklıydılar. Britanya Dışişleri Bakanlığı’nın 1916’da yayımladığı Bryce raporunda kem küm ettiği tek yer, Ermeni kız çocuklarının toplu halde tecavüze uğramasıydı.
‘İsrail de inkâr ediyor’
Fakat savaştan sonra birkaç kişinin asılması haricinde, Ermeniler terkedildi. 1919 tarihli Versay Anlaşması’yla kendilerine verilen ulus devlet statüsüne hiç kavuşamadılar. Türkiye bugün hâlâ, muazzam derecede utanç verici bir biçimde, Osmanlı atalarının soykırım yaptığını resmen inkâr ediyor. Türk ordusuna o sırada eğitim veren, Ermenilerin tehcirine ve öldürülmesine tanıklık eden (bir vakada ölülerin iskeletlerinin yanında poz da veren) Alman askerlerinin, 2’inci Dünya Savaşı’nda tam olarak aynı katliam yöntemini, işgal edilen Sovyet topraklarında uygulamasına rağmen, yine utanç verici bir biçimde, İsrail devleti de bu korkunç suçun soykırım olduğunu inkâr ediyor.
Eski Britanya başbakanı Tony Blair, modern Türkiye’nin huzurunu kaçırmamak için Londra’daki bir ‘soykırım günü’ne Ermenilerin başta çağırılmamasına göz yummuştu. 2007 tarihli bir Britanya Dışişleri raporunda, Ermeni soykırımı konusunda ‘gerçeği ayırt etmenin son derece zor olduğu’ sonucuna varılıyordu.
‘İnkârcıları zorlayacak dolu belge var’
Böylesine büyük yalanların karşısında Ermeniler hâlâ, halklarının 1’inci Dünya Savaşı’nda katledilişine dair -Glenn’inki gibi- her unutulan belgeyi, kaderine terk edilen kurbanların korku içinde çekilmiş her şipşak fotoğrafını, hayattaki az sayıda kurbanın her ses kaydını, bütün arşivlerdeki gizli kalan her belgeyi, özellikle de Türkiye’nin soykırım inkârcılarının inkâr etmekte zorlanacağı yabancı arşivlerdeki her belgeyi topluyor.
Ermeniler açısından, uğradıkları soykırımın inkârı Avrupa’nın Yahudi soykırımını inkâr etmesiyle eşit derecede kötücül. Ermenilerin uğradığı soykırım, 1’inci Dünya Savaşı’nda yaşanan kanlı olaylar arasında sorumluları tarafından hâlâ inkâr edilen tek suç. Almanların Belçikalı sivillere yaptığı kötülükler veya Avusturya Macaristan’ın Sırpları katletmesi, Ermenilerin yaşadıklarının yanında hiç kalır.
‘Çocuklarını Fırat’a atmak zorunda kaldılar’
Ermeni soykırımının gerçek olduğunu bilen bazı kişilerin, büyük ölçüde yayımlanmamış anılarını okuyun ve sadece çeyrek yüzyıl sonra, Nazi işgali altındaki Polonya, Beyaz Rusya, Ukrayna ve Rusya’da yapılan bir diğer soykırımı hatırlayın. Sözgelimi, Harputlu Sam Kadoryan, ailesi ölüm yürüyüşüne gönderildiğinde sadece yedi veya sekiz yaşındaymış:
“Bir süre sonra Türk jandarmaları gelip 5-10 yaş arasındaki bütün erkek çocujları aldı. Beni de aldılar. Hepimizi su kenarındaki kumların üzerine atıp, kılıç ve süngüleriyle itip kaktılar. Tam ortada kalmış olmalıyım çünkü sadece bir kılıç değdi bana… Yanağım kesildi, bakın burası… Hava kararırken, beni anneannem buldu… Çok acıyordu. Ağlıyordum; beni omzuna alıp yürüttü. Sonra çocuklarını arayan diğer anne-babalar geldi. Çoğunlukla cansız bedenler buldular. Orada nehir kıyısı çok kumluydu. Bazıları mezarları -derin olmayan mezarları- çıplak elleriyle kazdı ve çocuklarını gömmeye çalıştı. Diğerleri çocukları nehire, Fırat’a attı. Küçük cansız bedenler yüzerek uzaklaştı.”
‘Annem beni ceset yığınında sakladı’
İngiltere’de geçen yıl hayatını kaybeden Astrid Ağacanyan son yıllarında bana şunları anlatmıştı: “Bir gece bir köydeyken, bizimle birlikte sınırdışı edilen babam bizi görmeye geldi. Anneme, veda etmesine izin verildiğini düşündüğünü anlattu; diğer erkeklerle birlikte öldürüleceğine inanıyordu. Annem, babamın son sözlerinin şunlar olduğunu anlatmıştı: “Beni hatırlamanın tek yolu, Astrid’e gözkulak olmak.” Onubir daha hiç görmedik… Uzun bir yürüyüştü, Türkler ve Kürtler tecavüz etmek için kızları alıp götürüyordu… Anneannem yolda öldü. Yeni doğan kardeşim Varktes de… Onu yolun kenarında bırakmak zorunda kaldık. Bir gün Türkler bütün küçük çocukları toplayıp onlara bakmak istediklerini söyledi. Çocuklarının karnını doyuramayan bazı kadınlar gitmelerine izin verdi. Sonra annem, çocukları üst üste koyup ateşe verdiklerini gördü. Beni bir başka ceset yığının altına ittirdi… Annem beni ateşten kurtardı. Bana daha sonra, çocukların çığlıklarını duyup ateşi gördüğünde, onların ruhlarının o sırada Cennet’e gitmekte olduğunu anlatmıştı.”
‘Koyun sürüsü gibi davranıyorlardı’
1915’te Halep’ten İstanbul’a seyahat eden İranlı yazar Muhammed Cemalzede şunları anlatıyor: “Yolculuğumuzun daha en başında, inanması, anlatması neredeyse imkânsız derecede şoke edici ve şaşırtıcı sahnelere tanık olduk: Silahlı ve atlı Türk askerlerinin ölüme, yok edilmeye yürüttüğü grup grup Ermeniler gördük… Başta bu bizi şoke etmişti. Fakat bu sahne sonra öyle sıradan hale geldi ki, artık onlara bakmıyorduk bile. Yüzlerce Ermeni kadın ve erkek, yanlarında çocuklarıyla, korkunç koşullarda, kırbaç ve silahların darbesi altında yürütülüyordu… Onları koyun sürüleri gibi kırbaçlıyorlardı.”
‘Kadın kafilesini ordu sandı’
Litzmayer isimli Avusturyalı mimar ve mühendis – ilk adını bilmiyoruz ama Bağdat demiryolunda Alman hükümeti için çalışıyordu- [bugün Suriye-Türkiye sınırındaki] Rasulayn’ın kuzeyinde kendisine doğru gelen büyük bir ordu görmüştü. Bunun, Mezopotamya yolundaki bir Türk ordu birliği olduğunu düşünmüştü. Ermeni rahip Grigoris Balakyan o anları şöyle anlatır:
“Fakat kalabalık yaklaştıkça, Litzmayer gelenlerin bir ordu değil, askerlerin denetiminde ilerleyen devasa bir kadın kafilesi olduğunun farkına vardı. Sayıları neredeyse 40 bini buluyordu… Umutsuzdular; fiziksel zorluk, açlık, pislik, Kürt ve Çerkez çetelerin adam kaçırması, yağma… Bunların hepsini yaşamışlardı… Cildi güneş, soğuk ve rüzgar yüzünden kayış gibi olmuş, eski püskü kumaşlara sarınmış iskeletlerden daha fazlası değildiler… Bu acınacak haldeki kadınlar Avustıryalı mühendisle karşı karşıya geldiklerinde onun etrafını sarıp birer parça ekmek istediler. Litzmayer elinden geleni yaptı.”
‘Demiryollarının kenarları ceset doluydu’
Sarah Aaronsohn Aralık 1915’te Türkiye’den trenle Filistin’e geldiğinde şok içindeydi. Erkek kardeşi, onun ağzından şunları anlatıyordu: “Demiryolunun her iki tarafında yüzlerce Ermeni erkek, kadın ve çocuğun cesedini görmüştü… Köpekler cesetleri yiyordu. Eti tamamen yok olmuş yüzlerce iskelet vardı.” Tarihçi Scott Anderson’a göre, Sarah’nın treni açlıktan ölmek üzere olan binlerce Ermeni tarafından kuşatıldı. Karmaşa sırasında onlarcası, tam da kondüktörün hoşuna gidecek biçimde, trenin altına düştü. Memleketi Osmanlı Filistini, kendisi de Yahudi olan Sarah yaşadığı dehşet hissini olay yerinde ifade ettiği için, ‘vatansever olmadığı’ gerekçesiyle trendeki Türk subaylar tarafından kınandı.
Churchill ‘idari holokost’ dedi
Ermeni soykırımını ilk kez ‘holokost‘ diye niteleyen kişi Winston Churchill’di; esasında, organize ve endüstriyel doğasını vurgulayarak, ‘idari holokost‘ demişti. Ve bugün yüzbinlerce İsrailli, pısırık hükümetlerinin aksine, Ermeni soykırımını kabul ediyor. Churchill şöyle yazmıştı: “Bu suçun siyasi sebepler nedeniyle planlandığı ve hayata geçirildiği konusunda, mantık çerçevesinde, hiçbir şüphe yok. Türk topraklarını, Türklerin emellerine karşı çıkan ve sadece Türkiye’nin ortadan kalkması haline hayata geçebilecek emeller besleyen Hıristiyan bir ırktan temizleme fırsatı ortaya çıkmıştı.” Churchill, yapılan kötülüklerin ‘İngilizce konuşan dünyayı öfkelendirdiğini’ yazacaktı. Ama bu öfke fazla uzun sürmedi.
‘Anzak çıkarmasıyla aynı saatlerde başladı’
Zira Türkiye önümüzdeki sene Gelibolu’da 1915’te yaşanan muharabeler için Britanya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Fransa’dan gelenlerle anma törenleri düzenleyecek; Anzakların gelişiyle neredeyse aynı saatlerde başlayan cinayetler serisinin, 1’inci Dünya Savaşı’nda Ermenilere karşı işlediği korkuç suçun anısını daha da havasız bırakacak. Britanya, Avustralya, Yeni Zelanda ve Fransa’dan gidecek davetliler, Ermenilerin, kendi askerlerinin Gelibolu’ya çıktığı gün başlayan kaderine değinmeyecek.
‘Ermenilerin Somme’u…’
Somme Muharabesi’nde bir milyondan fazla erkek öldürüldü veya yaralandı. Hepsi askerdi. Fakat Ermenistan’ın Somme’unda, bir buçuk milyon Ermeni sivil öldürüldü. Ve biz – temsilcilerimiz, diplomatlarımız- önümüzdeki yıl Gelibolu’da Türk soykırım inkârcılarıyla biraraya geldiğimizde onları gözardı edeceğiz. Ve böylece, Ermenilerin dediği gibi, onların 1’inci Dünya Savaşı’ndaki ölülerinin en baştan, yeniden öldürülmesine yardım etmiş olacağız.”