MURAT SEVİNÇ
Sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman, vatan ki bu insanların evidir, sevgilim, onlar vatana düşman. (Nazım Hikmet)
Metindeki sözcüklerin tümüne katılsa da katılmasa da, içeriğine harfiyen katılsa da katılmasa da, dilini beğense de beğenmese de; yalnızca ama yalnızca ‘barış’ olsun, insanlar ölmesin, Kürt ve Türk ölmesin, çoluk çocuk ölmesin, bu savaş bitsin diyen akademisyenler; talep ve tepkilerini, doğal olarak hukuksal/yasal bir varlık olan devlete yönelten akademisyenler; itin uğursuzun elini kolunu sallayarak gezdiği memlekette, Sarraf’ın bayrak önünde poz verdiği memlekette, bakanların aklandığı memlekette, Anayasa’nın askıya alındığı memlekette, sabahın köründe evlerinden alındı. Evleri arandı.
Bu da demektir ki, evleri ‘işaretleniyor’ insanların, ‘çarpı’ atılıyor; esnafa, konu komşuya mesaj veriliyor. Kapılarına kırmızı boya sıçrıyor, demektir…
Yazık size; adında üniversite olup şu rezalete gıkını çıkaramayan üniversite idarecilerine. Biriniz, yalnızca biriniz olabilirdiniz. Ama olmuyor işte. Olamıyor. Siz üniversitesiniz öyle mi?
Yazık size; üç otuz maaşa iki satır nitelikli yazı kaleme alacağım diye bir ömür iğneyle kuyu kazıp işini iyi yapmaya çalışan, size anlamlı bir şeyler öğretmek için şu koşullarda emek harcayan, sizler düşünen ve özgür insanlar olabilin diye çaba harcayan hocalarını ihbar eden, listeler hazırlayan ‘o’ öğrencilere. Yazık size çocuklar. Bugünler geçer ve her biriniz, bunun, hoca ihbar etmenin mahcubiyetini, ezikliğini, utancını bir ömür yaşarsınız. Yazık oluyor size. Keşke ‘o’ çocuklar, ana babalarına bu kadar benzemeseydi. Ama olamıyor demek ki. Yazık size…
Çocukları iyi ve özgür ve nitelikli ve evrensel bir eğitim alsın diye var gücüyle çalışan, onlar her haksızlığa uğradığında yanında olan, geçmişte türbanlı öğrencinin yanında da cesaretle durabilmiş, her kim mağdursa onun hakkını savunabilmiş yürekli akademisyenleri ihbar eden veliler. Yazık size… Hiç utanmadığınız, her rüzgâra kapıldığınız ve üç gün önce bu devlet barış süreci yürütürken, İmralı görüşmeleri devam ederken gıkını çıkamayıp bugün bu şikâyet telefonlarını hiç utanmadan edebildiğiniz için, yazık size… Doğruya ve gerçeğe değil de, devlet tarafından önünüze konulan her şeye böylesine tav olabildiğiniz için, yazık size… Çok yazık size…
İmza atmasa da, düşüncelerine katılmasa da hatta imzacılardan nefret etse de, onların düşünce özgürlüğünü savunmaktan aciz ‘akademi kurumu.’ Duyarsız hocalar. Ellerini ovuşturanlar. Kayıtsız kalanlar. Yazık size… Nasıl çıkacaksınız o kürsüye? Nasıl konuşacaksınız? Ne anlatacaksınız? Hele ki meslektaşları işini kaybetsin diye çaba harcayan leş kargaları. Yazık oğlu yazık olsun size…
Ve kimi hukukçular ve kimi insan hakları hukukçuları ve ceza hukukçuları ve kamu hukukçuları. Gıkını çıkarmaya korkanlar… Her şeyi bir yana bıraktım. Sade suya tirit bir ifade hürriyeti tartışmasına dahi giremeyenler, tek satır yazmayanlar, tek satır konuşmayanlar. Yahu şu dünyaya kaç kez geleceksiniz ki birini böyle geçiriyorsunuz? Yazık size… Hadi çıkın anlatın şimdi derslerinizde; temel hakları, OHAL uygulamalarını. Hadi anlatın. Sizinle meslektaş olduğum için, onur duymuyorum…
Ve yazık size… her şey bir yana, her düşünce farklılığı bir yana, tüm nefret ve sevgiler bir yana; bir insanın ‘ekmeksiz’ kalmasını, işsiz güçsüz kalmasını savunabilenlere, dileyebilenlere. Çaba harcayanlara. Allah hiçbir yaratığını sizin durumunuza düşürmesin. Size, yazık bile değil…
Yazık size, kimi ‘barocular.’ Nasıl güzel hizalandınız, hizalanmanız gereken yerde. Ne güzel adlandırdınız, ‘mütareke dönemi aydını’ diyerek meslektaşlarınızı. Tanıdığınız meslektaşlarınızı. Ne güzel destek çıkmadınız. Ne güzel hedef gösterdiniz. Ne güzel, ‘sözde aydın’ deyiverdiniz. Sözde aydın öyle mi? Beyefendi biz sizi tanırız, siz de bizi. Ama açmayacağım bayramlık ağzımı şimdi. Boş vereceğim sizi. Yapmanız gerekeni yaptınız. Hak ettiğiniz yerdesiniz. Yazık size…
Daha ne diyelim? Sövmekten, küfürden, hakaretten başka bir şey bilmeyen insanların, arsızların, ‘dahi’ anlamına gelen de ve da’ları ayırabildiğinde doktora derecesi verilebilenlerin memleketinde; ulusal ve uluslararası şöhreti olan akademisyenler, asistanlar, okutmanlar ve başkaca binlerce meslektaş ve yurttaş gibi içtenlikle ‘barış’ isteyenler, her dakika hedef gösteriliyor. Gözaltına alınıyor. Evleri aranıyor. 2016 yılında.
Sizi geçeli çok oldu, yazık Türkiye’ye…