Bir taraftan devletlerin ve işadamlarının sınır tanımaz açgözlülüğü, öbür yanda sıradan insanların iş bulma, ailesini geçindirme ve hayatta kalma çaresizliği: bunların yan yana gelmesiyle, giderek yaşanmaz hale gelen bir yerküre. Doğayı yok etme uğruna her şeyi satıp savma ve betonlaştırma cinneti Türkiye’nin de talihsizliği.
Şimdikiler de eskilerden hazır devraldıkları ‘yarını boşver, bugünü har vurup harman savur’ anlayışıyla dörtnala gidiyor. İşin fenası, bunun duracağı pek yok gibi.
Ağaç önemli mi? Kesin gitsin. Üçüncü havalimanı için, oradaki 70 kadar göl engel mi? Boşaltın, akıtın sularını Karadeniz’e, bitsin gitsin. Amasya ne ilk ne de son. Bilinmeli ki, açgözlülüğün tahribatı arttıkça devamı da gelecek. Ta ki, vatanseverlik dediğimiz şeyin vatan toprağına, ağacına, suyuna, kuşuna, havasına sahip çıkmakla eşdeğer olduğu kafalara dank edinceye kadar.
Uygarlık, günümüzde, doğayla barışık, yeşille uzlaşmalı bir kent anlayışının gücüyle ölçülüyor. Kentleri birer ağır çekim toplu intihar laboratuvarına dönüştürme projelerinin çokluğuyla değil.