Zaten ne tuhaf, ne tuhaf… Konuşturmak istemeyen iktidardan devrin Çalışma Bakanı ile Enerji Bakanı da 2009’da (Soma gibi) Bursa’daki o madeni savunmakta Feyzioğlu ile birleşmiş… Fenerbahçe şeref tribünlerinden, işçi gömen ve piknikçi yutan baraj türbinlerine koşturan Özhavuz Bey’i pohpohlamakta, savunmakta da iktidar ile “muhalifi” Feyzioğlu yine birleşmiş.
Yani onlar gibi konuşmak istemiyorsan… Onlar gibi sermayenin menfaatleriyle konuşmak istemiyorsan, bir işçiysen, bir ölü işçiysen misal, ikisi arasında kalıvermişsin işte! Git kendine başka adalet ara! Neden böyle diyorum? Çünkü o konuştu, şu konuştu, bu konuştu, şu da konuşsun da… Nasıl hala 12 Eylül Anayasası ile yönetiliyorsa memleket… Nasıl, sözde 12 Eylül yargılanırken bile YÖK, RTÜK gibi kurumlarına, darbecinin kendine biçtiği “Cumhurbaşkanı yetki ve görevleri”ne sarılıyorsa iktidar…
Nasıl bir millet o darbeye yüzde 90’dan fazla oy vermiş olmanın utancını hala taşıyorsa… Ne iktidar, ne haşhaşi maşhaşi yargı, ne cumhuriyetçi-ulusalcı savunma üstatları 12 Eylül sonrası Adli Yıl Açılışı’ndaki utançla da hesaplaşmış durumda:
Devrin Yargıtay Başkanı Turhan’ın 12 Eylül darbesi birinci yıldönümüne denk gelen konuşmasında, darbe için “Bu kıvanç verici ortamı sağlayan TSK’ya teşekkürü zevkli bir görev sayarım” dediği bir ülkede doğduk, yaşadık, ölüyoruz!
O seçkin cumhuriyetten bu ileri demokrasiye geldik…
Adalet yakamızı bırakmıyor!