SEMİH BATUR KAYA*
“Çeşitli yetkilerin giderek aynı organda birikmesine karşılık esas güvence, her organı yürütenlere diğerlerinden gelecek müdahalelere dayanabilmeleri için gerekli anayasa araçlarını ve şahsi saikleri vermektir… Devlet iktidarının kötüye kullanılmaması için bu tür çözümlerin gerekli görülmesi belki insan doğasına güvensizlik sayılabilir. Ama devlet, insan doğasına karşı itimatsızlıkların en büyüğü değil midir? İnsanlar melek olsaydı devlete gerek kalmazdı. İnsanları melekler yönetseydi, insanlar üzerinde ne dış denetlemelere ihtiyaç duyulurdu ne de iç denetlemelere.” James Madison
Anayasa nedir? Neden ihtiyaç var?
Anayasa yönetimin karakterini belirleyici kılan en önemli metindir. Bu yönüyle anayasalar yönetimde belirlilik, öngörülebilirlik ve istikrar sağlar. Bu durum anayasa ontolojisinin ve dolayısıyla meşruiyetinin kaçınılmaz bir sonucudur. Gerçekten de anayasaların varlık temeli, insan hak ve özgürlüklerinin korunması ve iktidarın sınırlandırılmasıdır. Bu durum beraberinde yönetimde toplumsal değişim ve dönüşüm ile iktidarın yozlaşması karşısında bir denetim ve denge getirir. İşte bu işlev anayasa ve onun ilke ve kurumlarıyla hayata geçirilir.
“İnsanlar temel çıkarları ve hak ve hürriyetleri bakımından endişe duymak istemezler. Bir yandan değişim ve gelecek umudu ararken bir yandan da kalıcılık ve öngörülebilirlik aralar. İşte anayasa, siyasal anlamda bu güveni mümkün kılan ve taahhüt altına alan temel belge, senet olarak görülebilir.”
Dolayısıyla anayasa yalnızca bugünkü iktidar yönetiminde değil, gelecekteki olası başka hükümetler idaresinde de keyfi iktidar pratiğini engelleyen bir hukuki metindir.
Bu doğrultuda Homeros’un Odysseia isimli meşhur destanına atıf yapalım. Destana göre, ‘siren’ ismindeki denizkızı benzeri varlıklar harika sesleriyle güzel şarkılar söylerler, seslerin cazibesine kapılan denizcileri kendilerine çeker ve onları afiyetle yerler. Destanın kahramanı Odyyseia, çıktığı uzun deniz yolculuğunda, sirenlerin sesine karşı koyamayacağını öngörür fakat bu tercihinin aynı zamanda kendi felaketini getireceğini de bildiği için sirenlerle karşılaşmadan önce, kulaklarını bal mumu ile tıkar ve mürettebatına kendisini gemi direğine bağlamalarını söyler. Odysseia böylece sirenlerin cezp edici şarkılarının baştan çıkarıcılığına karşı direnebileceğine inanır.
İşte anayasa yapma faaliyeti de esasında biraz bu hikayeye benzemektedir. Çünkü anayasa hazırlamak uzun bir deniz yolculuğuna çıkmak demektir; sınırlı iktidarı ve bu sınırlı ortamda hak ve özgürlükleri korumak yolunda anayasa çok çeşitli sorunlar ve engellerle karşılaşır. Bu engellere, deyim yerinde ise ‘sirenlere’ kapılmak, iktidarın cazibesi karşısında oldukça mümkündür. Çünkü Lord Acton’un da belirttiği gibi iktidar yozlaştırma eğilimini beraberinde getirmektedir.
Türkiye için yeni anayasa ihtiyacı ve öneriler
Türkiye’de hiçbir anayasa izlenen yöntem itibari ile sivil demokratik olduğu söylenemez. Bu anayasaların yapımında yöntem itibari ile 1921 Anayasası içerik itibari ile 1961 Anayasası dışarıda tutulursa ülkemizin gerçek anlamda gerek yapılış yöntemi gerek içeriği bakımından demokratik hukuk devleti ile uyumlu bir anayasaya sahip olmadığı söylenebilir. Çünkü anayasalar gerçek anlamda toplumun farklı kesimlerini temsil eden, halk tarafından serbestçe seçilmiş kurucu meclislerin elinden çıkmamıştır. Burada anayasaların yapımı ve içeriği üzerinde bir müzakere ve uzlaşı ortamı da söz konusu olmamıştır. Dolayısıyla neredeyse tüm anayasalarımız ve halihazırdaki 1982 Anayasası demokratik anayasaların sahip olması gerektiği normlardan uzak kalmıştır.
Özellikle 1982 Anayasası bu bakımdan sürekli bir tartışmanın odağındadır. Çünkü anayasa gerek yapılış yöntemi gerek muhtevası itibariyle çağdaş çoğulcu bir zemine sahip değildir. Anayasa özgürlükçü ve demokratik bir hüviyete sahip değildir.
Zaten 1982 Anayasası otoriter ve devlet merkezli bir ideolojiye sahipti; 2017 anayasa değişikliği ise bu otoriter ruha ivme kazandıracak yetkilerle iktidarı yürütme etrafında tekelleştirmiş ve tekilleştirmiştir. 1982 Anayasası her haliyle toplumsal mutabakat eseri olmaktan uzaktır. Çağdaş anayasacılık düşüncesinin aksine, devlet merkezli bir toplum ve siyaset anlayışı 1982 Anayasası’na halihazırda damgasını vurmaktadır.
Bir anayasayı sivil ve demokratik yapan temel unsur o anayasanın içeriği kadar yapılış yöntemiyle de ilgilidir. Türkiye acil ve bu bakımlardan demokratik hukuk devleti ile bağdaşır yeni bir anayasaya ihtiyaç duymaktadır. Fakat bu yeni anayasa, toplum içinde olabildiğince geniş bir konsensüsü yansıtacak demokratik bir uzlaşma yolu ile yapılmalıdır. Anayasayı yapan organ özgür ve adil seçimler sonucu belirlenmelidir. Yeni anayasa evrensel ilkeler doğrultusunda yapılanmalı ve halkın gerçek anlamda sahiplendiği bir hüviyet taşımalıdır. Bu yönüyle yeni anayasa, devletçi, vesayetçi, otoriter ve yasakçı zihniyeti terk etmelidir.
Her şeyden önce yeni anayasa insan haklarına dayanmalıdır, bireyi ve onun haklarını esas almalıdır, bir devlet kültü yaratmamalıdır, toplumsal çeşitliliği bir tehlike değil bir zenginlik olarak görmelidir. Sonuç olarak anayasal demokrasinin tüm kurumları ve ilkeleri bu anayasada yer almalıdır. Bu da ancak kapsayıcı ve katılımcı bir anayasa yapım yöntemi ile mümkün gözükmektedir.
Öte yandan, Venedik Komisyonu’nun da mükerreren ifade ettiği üzere “Demokratik bir anayasa yapım sürecinin temel şartları, çoğulcu görüşlere imkân tanıyan koşulların ve yeterli zaman dilimlerinin oluşması, şeffaflık, açıklık ve kapsayıcılık ve ayrıca tartışmalı konuların usullere uygun şekilde müzakere edilebilmesidir.” Yeni ve iyi bir anayasa, toplum içinde mümkün olabilecek en geniş görüş birliği esas alınarak kabul edilmeli ve […] “Demokratik standartlarla aynı doğrultuda ve toplumun tamamı tarafından kabul gören, daimi bir metnin kabul edilmesindeki en önemli ön koşul, muhtelif siyasal erkleri, sivil toplum kuruluşları ile sivil dernekleri, akademik çevreyi ve basını da içine alan geniş ve sağlam temelli bir müzakerenin gerçekleşmesidir. Çok katı zaman kısıtlamalarından kaçınılmalı ve yeni anayasanın kabulüne ilişkin takvim, müzakerede kaydedilen ilerlemelere uygun olmalıdır.” Müzakerelerin kamuya açık ve özgür yapılabilmesi için ‘buna olanak sağlayan bir ortamda’ yapılmaları gereklidir. “Ayrıca halk oylamasına başvurulacaksa halk oylamasının uygun olarak icra edilmesi, açıklık ve şeffaflığın sağlanması ve seçmenlere açık ve kesin alternatifler sunulması büyük önem arz etmektedir.”
Sonuç yerine: Anayasal meşruiyet nasıl sağlanır?
Sonuç olarak anayasa çeşitli iktidar formları arasında yetki dengelenmesinin bir sonucudur. Dolayısıyla eğer bir erke herhangi bir yetki veriliyorsa diğer erklere de bu yetkiyi dengeleyici ve denetleyici bir yetki ihdas edilmelidir. Bir diğer ifade ile kurumsal yetki dizisi bir organa ne kadar yoğun bahşediliyorsa aynı şekilde denetim mekanizmalarının da buna paralel olarak katılaştırılması gerekmektedir.
Karşılaştırmalı anayasa hukukunda denge ve denetim mekanizması ancak bu şekilde kurgulandığında anayasal anlamda meşruiyete sahip olunur. Şu halde anayasa kavramı komplike bir denge ve denetleme ağına içkin olup anayasalardaki her bir hükmün bu bakımdan kuvvetler ayrılığı ekseninde değerlendirilmesi gerekir.
2017 anayasa değişikliği ise yürütme erkine oldukça etkin bir yetki dizisi ihdas etmektedir. Burada yasama, yürütme ve yargı arasında işlevsel niteliği düşük bir denge ve denetim mekanizması öngörülmektedir. Şöyle ki; Türkiye’de kuvvetler arası denge mekanizmalarından olan bir çift meclislilik kurumu söz konusu değildir. Başkan yardımcısı seçimleri bulunmamaktadır. Meclis’in yürütme organının atamaları üzerinde bir sözü geçerli değildir. Cumhurbaşkanının kendi iradesi ile Meclis’i fesih yetkisi vardır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri Meclis seçimleri ile eş zamanlı yapılmaktadır. Yargının oluşum biçimindeki noksanlık kurumsal duruş ve pratiğe de yansımaktadır. İşte tüm bu hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığındaki noksanlıklar Güney Amerika, Asya ya da Afrika’da ABD’den esinlenmiş kimi başkanlık sistemlerinde anti-demokratik rejimlere yol açtığının da vurgulanması gerekmektedir.
*Anayasa hukukçusu