
DR. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
Kızılcık Şerbeti oyuncularından Müjde Uzman’ın tükenmişlik sendromuna yakalandığını açıklaması üzerine bu konu tekrar gündeme geldi. Birçoğumuz ‘tükenmişlik sendromu‘nu ilk kez, Avrupa Yakası’nda Engin Günaydın’ın canlandırdığı Burhan Altıntop karakterinin ‘burnout syndrome‘uma yakalandığını söylediği zaman duymuştuk. Altıntop ‘burnout syndrome‘u ‘tükenmişlik sendromunu‘ olarak değil de ‘Yandım, bittim hastalığı‘ diye Türkçeye çevirmişti.
Terimin gündemi meşgul etmesi ve birçoğumuzun zihninde yer etmesi, ‘Muhteşem Yüzyıl‘ dizisinin başrol oyuncularından Meryem Uzerli’nin ‘tükenmişlik sendromu’na yakalandığını öne sürerek diziden ayrılmasıyla olmuştu. Çünkü Uzerli’nin Türk yayın tarihinin kült dizilerinden biri sayılan ‘Muhteşem Yüzyıl‘dan ayrılması, kendisini Hürrem Sultan’la özdeşleştiren hayranlarını üzmüştü.
O dönem Uzerli’nin aniden diziden ayrılmasına sebep olan sendrom hakkında sıklıkla yazılıp konuşuldu. Hatta, o dönem ben de bu konu üzerine farklı mecralarda yazmıştım. Müjde Uzman’ın da kendisinin tükenmişlik sendromuna yakalandığını açıklaması üzerine, uzun süredir gündeme gelmeyen bu konu hakkında tekrar konuşulmaya başladı. Bu sebeple, ben de bu yazımda kısaca da olsa ‘tükenmişlik sendromu‘ndan bahsetmek istedim.
Tükenme lüksümüz yok!
Ülkemizde -ne yazık ki- birçok insan iliklerine kadar tükenmiş olmasına rağmen fark etmeyip hayatına olduğu gibi devam ediyor. Birçok insanın tükenmişlik sendromuna yakalandığı halde bunu dile getirmemesinin ya da hayatını değiştirememesinin nedeni sadece farkındalık yetersizliği değil, böyle bir lüksünün bulunmaması.
Daha detaylı açıklamak gerekirse…
Bu ülkede yaşayıp da tükenmişlik sendromuna yakalanmamak -özellikle de son yıllarda- düşük bir olasılık. Bir insan tükenmişlik sendromuna yakalandığını fark ediyor, bunu dile getiriyor ve kendisini iyileştirmek için hayatını değiştirebiliyorsa bu insan maddi kaygılardan uzak, kariyer hedeflerini askıya almış ve sağlam bir sosyal desteğe sahiptir desek yanılmayız.
Şu an birçoğumuz alım gücünün dibe vurmasından dolayı barınma ve gıda ihtiyaçlarımızı bile tam anlamıyla karşılayamıyoruz. Kira ve gıda giderlerini karşılamak için bile soluksuz çalışmamız gerekiyor. Yanısıra eğitim masraflarının da astronomik rakamları görmesi, insanın kendi ülkesinde istediği gibi bir eğitim almasını zorlaştırdı. Örneğin, bugün lise giriş sınavı vardı ve ebeveynler çocukları için kaygılı; çünkü çok iyi bir okulu kazansa bile eğitim masraflarının uçması nedeniyle çocuklarını o okullara gönderemeyebilirler. Barınma, gıda ve çocukların eğitimi dolayısıyla geleceği için kaygılanmak bile kendi başına tükenmişliğe yol açabilir zaten.
Haftanın beş altı günü geç saatlere kadar çalışıp üstüne çalıştığının karşılığını maddi olarak alamamak ve takdir edilmemek, liyakatsizlik kaynaklı haksızlığa uğramak, tüm bunlarla uğraşırken iyi birer ebeveyn olmaya gayret etmek, aileyi ve aynı zamanda çevreyi memnun etmeye çalışmak… Sonuç olarak, giderek uzayan bu listede asla kendine zaman ayıramamak ve iliklerine kadar enerjinin tükendiğini hissetmek…
Eminim bunları birçoğunuz deneyimliyorsunuzdur. Yani tükenmişlik sendromu yaşamak için oyuncu olmanız gerekmiyor. Hemen hepimiz tükenmişlik sendromu yaşıyor ama bunu fark edecek bir imkânımız bile olmuyor desek abartmış olmayız. Özetle, nefes almak için durmamız gerektiğini fark etsek bile hayatta kalabilmek için kendimizi zorlayarak da olsa yola devam ediyoruz.
Ek olarak, bazı meslek gruplarının tükenmişlik sendromuna yakalanma olasılığının daha yüksek olduğunu da belirtmek isterim. Bilimsel araştırmalara göre hekimler, hemşireler, ruh sağlığı uzmanları başta olmak üzere, öğretmenler, polisler, finans ve satış departmanında çalışanlar, hukukçular, medya sektöründe çalışanlar, IT sektöründe çalışanlar ve müşteri hizmetlerinde çalışanların tükenmişlik sendromuna yakalanma olasılığı daha yüksek. Yani, bizleri hayat koşulları kadar yaptığımız meslekler de yoruyor. Tabii bu meslekleri yaptığınız ülkenin koşulları da tükenmişlik sendromu yaşayıp yaşamamanızda belirleyici bir etken.
Nedir?
‘Tükenmişlik sendromu’ terimi ilk olarak 1974’te Psikolog Herbert J. Freudenberger tarafından kullanılmış. İlk zamanlarda her ne kadar iş kaynaklı strese çok fazla maruz kalındığı zaman ortaya çıkan yorgunluk, depresif ruh hali ve iş tatminin azalması olarak tanımlansa da zamanla iş yaşamı dışındaki alanlarda da kullanılmaya başladı. Yani, günümüzde yakalanmanın tek sebebi iş stresi değil. İnsanın omuzlarında taşıdığını hissettiği yük ve hayattan aldığı keyif ya da hissettiği tatmin duygusu arasındaki denge bozulduğu zaman tükenmişlik sendromu ortaya çıkabiliyor.
Duygusal ve fiizksel bitkinlik, başarısızlık duygusu, insanın kendisine yabancılaşması ve çevreye duyarsızlaşması sendromunun dört temel ögesi.
Belirti ve nedenler
Başlıca belirtileri şöyle:
- Fiziksel ve duygusal enerji yokluğu
- Yorgunluk, depresyon, baş ağrısı ve mide krampları
- Kilo alma ve vermekte güçlük çekme
- Başarısızlık ve yetersiz hissi
- İİşe ve hayata ilgi kaybı
- Başkalarının sorunlarına duyarsızlaşma
- Sorumlulukları yerine getirmekte zorlanma
- Yapılacak işleri sık sık erteleme
- Sık sık kaygılı hissetme, ani öfke patlamaları ve unutkanlık
Başlıca sebepleri şunlar:
- Çok çalışıp az kazanma ya da takdir görmeme
- İş yerinde haksızlığa uğrama, liyakatsizlik
- Huzursuz iş ortamı
- Taşıyabileceğinden fazla sorumluluk üstlenme
- Sosyal destek yetersizliği
- Hem işte hem özel hayatta aynı anda birçok rol üstlenme
- Stres yönetme becerisi noksanlığı
- Kendine zaman ayırmama
- Mükemmeliyetçilik
Nasıl kurtulabiliriz?
İçinde yaşadığımız koşullara bakacak olursak, hayatımızı toptan değiştirmek mümkün olmayabilir. Yalnız, tükenmişliğe sebep olan sebeplerden kontrol edebileceklerimizi kontrol etmeyi deneyebiliriz. Eğer tükenmişliğimizin sebeplerinden biri kendi tutum ve davranışlarımız ise bunları değiştirmeye çalışabiliriz.
Örneğin mükemmeliyetçi biriyseniz mükemmeliyetçiliğinizi törpülemeyi öğrenmeniz gerekir. Eğer sınır koyma probleminiz varsa, yani insanlara çok fazla “Evet” diyor ve gereğinden fazla sorumluluk alıyorsanız, “Hayır” demeyi de alışkanlık haline getirmeniz üzerinizdeki yükü hafifletmek açısından destek olur.
Günlük rutinde ufak değişikler yapmak monotonluğu az da olsa ortadan kaldırıp genel sıkkınlık duygusunun azalmasına yardımcı olabilir. Dolayısıyla, günlük rutininizde değişikler yapmayı deneyebilirsiniz. İlla spor salonuna yazılmanız gerekmiyor; günde 10 dakika bile egzersiz yapmak, düzenli yapıldığında endorfin, serotonin ve dopamin seviyesini arttırır ve gerginliği daha iyi yönetmenize yardımcı olur.
Daha fazla uyumaya ve sağlıklı beslenmeye özen göstermeniz gerek. İnsanın alışkanlıklarını değiştirmesi güç ama unutmayın ki küçük değişimler bile uzun vadede fark yaratır.
Ayrıca, hedefleri ve değerleri somutlaştırmak hayatın içinde sürükleniyormuş duygusunun azalmasına yardım eder. Özellikle de insanın kendisine, “Nasıl bir hayat istemiyorum?” diye sorması ve bu soruyu yanıtlarken de olabildiğince gerçekçi düşünüp eyleme geçmeye çalışması, kendi hayatına sahip çıktığı duygusunu hissettirir. Tabii ki hemen hepimiz hayatımızda istemediğimiz birçok şeye maruz kalıyoruz; fakat değiştiremediklerimiz için dövünmektense değiştirebildiklerimize odaklanmalıyız.
Tükenmişlik sendromunun panzehirlerinden biri de haftada en az birkaç saat kendine zaman ayırmak. Sosyalleşmek, kendine bakım yapmak, hobi edinmek gibi şeyler kulağa klişe bile gelse genel duygu durumunu olumlu yönde etkilemekte etkili. Bunları yapamıyorsanı her gün en az yarım saat kendiniz için herhangi bir şey yapmak da işe yarar. Önemli olan yapacağınız şeylerin sürdürülebilir olması.
Yukarıda da söz ettiğim üzere içinde bulunduğumuz koşullara bakacak olursak bu coğrafyada yaşayıp da tükenmemek zor. İnsanın her açıdan -deyim yerindeyse- tuzu kuru bile olsa sürekli değişen gündem bile kendi başına tüketici.
Hep dediğim gibi toplumsal iyileşme olmadan bireysel iyileşme zor. Her şeyi değiştirme gücümüz olmasa bile toplumun parçası olan biz bireylerin içinde bulunduğumuz koşulları değiştirmek için sandığımızdan daha fazla gücü olduğunu da unutmayalım.