KEMAL GÖKTAŞ
kemalgoktas@diken.com.tr
@kemalgoktas
Türkiye devrimci hareketinde Ankara’nın Siyasal, Hukuk, İletişim (eski adıyla Basın-Yayın) fakültelerinin olduğu Cebeci kampüsünün hep özel bir yeri oldu. Hatta denebilir ki, ODTÜ ile birlikte devrimci hareketin doğum yerlerinden biriydi Cebeci.
Cebeci’nin hemen yanı başındaki Kurtuluş Lisesi’ne giden bir genç iken devrimci hareketle tanışan Selim Açan, hayatını devrime adayan kuşağın önemli temsilcilerinden. Açan’ın Sel Yayıncılık’tan çıkan ‘Bitmedi Daha…’ kitabı, edebiyatın ve akademinin ilgisini yeterince göremeyen, bu yüzden de hep eksik tarif edilen Türkiye devrimci hareketinin tarihine önemli bir katkı niteliğinde.
Açan, kendisinin de önderlerinden olduğu, gençlik liderlerinden Aktan İnce’den adını alan Aktancılar grubunun 68-80 dönemindeki macerasının ışığında Türkiye devrimci hareketinin önemli bir kesitini sunuyor.
Bir anı kitabı olarak kaçınılmaz öznellikler barındırsa da olayları tarihsel bağlamı ve maddi koşulları içerisinde değerlendirme belagatini göstermeyi başarıyor ve devrimci hareketin içinde doğup büyüdüğü zamanın ruhunu ‘tek yönlülük, taraflılık’ zaafına düşmeden aktarabiliyor.
1950’lerden itibaren hızlanan kapitalistleşme ve işçileşme süreci, 1960 Anayasası’nın örgütlenme özgürlüğü önündeki engelleri kısmen kaldırması ve 1968’de dünyada esen devrimci rüzgarlar, Türkiye solunun önüne büyük bir fırsat getirmişti. Reel sosyalizmin emperyalizme kafa tutan gücü, Vietnam’da, Küba’da gerçekleşen devrimler, gençliği ‘hemen şimdi’ harekete geçmeye çağırıyordu. Oysa, Marksist klasiklerin yeni yeni çevrildiği, teorik birikimin oldukça zayıf olduğu bir temel üzerinde
yükseliyordu devrimci hareket. Denebilir ki, Türkiye devrimci hareketi, çocukluk dönemini yaşadığı 68’lerden itibaren gelişkinliği ve yaşı ile orantısız yükün altına girmişti. Devrimciliğin ana karakteri, teorisiyle ve pratiğiyle, günahları ve sevaplarıyla, avantajları ve dezavantajlarıyla ‘genç işi’ olmasıydı.
Denizlerin mirası
Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya ile arkadaşlarının yarattığı ruh, bir yandan cüretkarlığıyla hayranlık uyandırıcı iken, acemiliğiyle de yenilgiye mahkumdu. Bu yenilgiye rağmen devrimci gençliğin direnişinin yarattığı saygınlık, devrimci düşüncelerin kitleselleştiği, halkla buluştuğu bir yeni dönemi getirdi. 78 kuşağı bu devrimci dalgayı örgütleme konusunda ise hazırlıksızdı. Örgüt fetişizmi teorik eksikliklerle birleşince bütün kitleselliğine, enerjisine ve gücüne rağmen devrimci hareket, kitleselliğinin ve gücünün gerektirdiği potansiyeli gerçekleştiremedi. En kötüsü de 12 Eylül’e hazırlıksız yakalandı ve istisnalar dışında önemli bir direniş sergileyemeden yok olma noktasına geldi.
Bu yenilgide kuşkusuz devrimci hareketin içinde yeşerdiği toplumsal ve tarihsel koşulların önemli bir etkisi vardı. Güçlü bir iradi müdahale bu sonucu kaçınılmaz olmaktan kurtarabilirdi ama olmadı.
Özeleştiri kitabı
Açan’ın kitabı, bu karmaşık dönemi tarihselliği ve hatalarıyla birlikte kavrayan bir özeleştiri anlatısı olması nedeniyle benzerlerinden ayrılıyor. 80 öncesi dönem, çoğunlukla devrimci dalganın kapsama alanında kalmış aydın veya yarı-aydınların sağdan eleştirilerine tanıklık etti. Geleneksel resmi söylemin çizdiği karanlık tabloya ‘nedamet’ anlatıları eşlik etti. Açan’da ise bütün bunların aksine, determinist kalıplar içerisine sıkışmadan ve aynı zamanda idealizme de teslim olmadan eleştiri ve
özeleştiri yapma çabası öne çıkıyor. Sol içi şiddet, kadın – erkek ilişkileri, halkın ve sınıfın gerisine düşüren örgütsel ve teorik yetersizlikler konularında yapılan özeleştiriler geçmişten günümüze yeni pencereler açıyor. Yine de Açan’ın, bürokrasi, tasfiye, bölünme ve sol içi şiddet üreten ve yenilginin en önemli nedenlerinden olan ‘örgütsel kültür’e yönelik daha köklü analizler yapması, ayrıca kadın – erkek ilişkilerini sadece eşi Oya Açan ile ilişkisi üzerinden ele almayıp derinleştirmesi beklenebilirdi.
Açan’ın kitabı, okuru devrimciliğin en kayıtsız ruhu bile içine katan kapsayıcılığı ile sarıyor. En önemlisi, trajedi ile biten bir öyküyü anlatırken Adnan Yücel’in “Bitmedi daha / Sürüyor o kavga / Ve sürecek / Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” dizelerindeki umudun ışığını, okura tutuyor.