Türkiye’de de İslâm, herkesin birbirine benzemesinin istendiği, farklı olanın “uğursuz” sayıldığı, kendi içine kapalı bir kırsal-cemaat toplumsallığının değer ve düşünce sisteminin karşılığı olarak işlevselleşmekte en çok..
Daha “kabaca” ifade etmek gerekirse İslâm, bugün iktisadi (ve demografik) kategori olarak bitmiş olsa da kültürel ve zihinsel bir kategori olarak hükmünü şehir ortamlarında hâlâ icra etmeyi sürdüren köylülüğün ideolojik çerçevesi durumunda. Bu ideolojik çerçevenin ayrılmaz bir parçası da ataerkilliğin meşruluğu ve normalliği.
Elitizmle itham edilmeyi göze aldık, devam ediyoruz: İslâm’ın böylesi salt “köylü ideolojisi” olmaktan çıkıp kozmopolit, sivil ve seküler toplumsallığa uyarlı bir reformülasyona uğrama imkânı aslında bir ara en çok Türkiye’de mevcuttu. Bunu sağlayabilecek din uleması da, Müslüman entelektüel ve akademisyen de bu ülkede nadide şekilde vardı.
AKP dinbazlığı, ülkenin seküler birikimini eritip laik toplumu boğarken onları da hepten yok etti.