
MÜJDE YAZICI ERGİN
mujdeyazici@diken.com.tr
Amerika’da patlamış mısır; 1800’lerde sirklerde, karnavallarda satılan en popüler sokak atıştırmalıklarından biri. İlk zamanlar buharda pişiriliyormuş. O dönem patlamış mısır satılmayan çok az yer var. 1920’lerin sonlarına gelindiğinde ise sesli sinemanın yaygınlaşmasıyla sinema, geniş kitlelerin erişimine uygun hale geliyor (ticarileşiyor) ve sokak satıcıları kendilerini, başta sokulmadıkları sinema salonlarında buluyor. Bu tarihlerde sinema sahipleri patlamış mısırı çok iyi bir para kazanma yöntemi olarak görüyor ve neredeyse 100 yıl sonra bugün bile ticari mantık aynı zeminde işliyor.
Hazırlanışı için özel bir beceri gerekmemesi, seyircinin filmi izlemesine engel olmayan yeme şekli, ‘ucuz’ oluşu ve sinema salonunu kaplayan kokusuyla patlamış mısır, sinema sektörünün halen vazgeçilmez bir parçası veya halen vazgeçilmez bir parçası gibi lanse ediliyor (Sinema sahiplerini servet sahibi yapan patlamış mısırın özel bir günü dahi var. 19 Ocak, ABD’de Dünya Ulusal Patlamış Mısır Günü olarak ilan edilmiş).
Sinemada mısır yemek tamamen kişisel bir tercih. Fakat sinema salonları için çeşitli yaklaşım ve bakış açısıyla film üreten yapımcıların, patlamış mısırdan daha ‘değersiz’ kılınması ve hiçbir haksız rekabet onaylanmamalı.
Bugün Türkiye’de film dağıtım işinin büyük bir paydasını elinde tutan MARS Entertainment Group ile sinema yapımcıları arasında bilet-mısır fiyatı üzerinden çıkan tartışma aslında yeni değil. Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan gibi popüler isimler üzerinden alevlenen mevzu hakkında üç yıl önce ‘Sivas’ filmi yönetmeni Kaan Müjdeci, ‘Kapalı Gişe–Türk Sinemasının Dağıtım Krizi’ adlı 40 dakikalık bir belgesel çekmişti.
2001’de kurulan MARS, 2012’de Türkiye’nin en yüksek pazar payına sahip zinciri konumuna ulaştı ve piyasada en yüksek ikinci pazar payına sahip sinema zinciri AFM’yi satın aldı. Rekabet Kurulu’ndan onay alması sorunlu olan bu birleşmenin gerçekleşmesi de sektörün dengesini tamamen bozdu.
2012’den sonra büyüme hızı artan MARS, 2016’da Güney Koreli şirkete yüksek bir bedelle satıldı. Ancak MARS sadece en büyük salon zinciri olarak kalmadı, en yüksek pazar payına sahip sinema reklam şirketi, en yüksek pazar payına sahip dağıtımcı da oldu, hatta film yapım alanında faaliyet göstermek üzere büyük bir yerli film yapım şirketiyle birlikte bir yapım/dağıtım şirketi daha açtı.
Bağımsız sinemacılar, yapımcılar, yönetmen ve sinema salonu sahiplerinin alevlenen tartışmalar hakkındaki görüşleri şöyle:
Enis Köstepen (yapımcı): Aynı salonlarda olmak istiyoruz ama aynı oyuna dahil değiliz
Tüm bu tartışmaların içinde bağımsız filmlerin insanlara ulaşmak konusunda en büyük sorunları ne?
Bağımsız filmler bir şekilde dağıtımcı bulsalar da salon bulmakta ve daha önemlisi buldukları sınırlı sayıdaki salonda vizyonda kalmakta zorlanıyorlar. Başka Sinema ağı içinde gösterime çıkmadıysanız size kaç hafta vizyonda kalabileceğinizi söyleyen bir dağıtım-gösterim sistemi yok. Ama Başka Sinema’da da salonlarda diğer filmlerle seans paylaşıyorsunuz ve böylece ulaşabileceğiniz seyirci sayısının bir limiti oluyor. Diğer gösterim ağlarında ise ilk hafta filminiz salonu memnun eden seyirci sayısına ulaşmadığı anda salon işletmecisi filminizi vizyondan çıkarabiliyor. Burada yapımcının da dağıtımcının da direnci yeterli olmuyor. Ya da zaten sizin girdiğiniz haftadan sonraki hafta çok kopyalı bir film salonları kapatmış oluyor. Siz filminizi araya sıkıştırıp, hayatta kalmasını umuyorsunuz. Bu sorunun bir boyutu.
Salon bulmak ve salonda kalmak dışındaki sorunlar nedir?
Bağımsız filmlerin yapımcıları olarak filmlerimizin tanıtımını çok küçük bütçelerle yapmaya çalışıyoruz. Filmi bitirebildikten sonra elimizde bir pazarlama bütçesi kalmıyor. Bu da kapitalist bir sistemde çalışmanıza rağmen, bu sistemin en önemli etkenini -pazarlamayı- bile bile ama zorunda olduğunuz için göz ardı etmek oluyor.
Seyirci nasıl haberdar oluyor bağımsız filmlerden?
Siz 10 salonluk bir AVM sinemasında filminize bir salon bulsanız bile, eğer filminiz basında, TV’de, sosyal medyada bir ilgi yaratmadıysa, görünürlük kazanmadıysa seyircinin sizin filminizden haberdar olma ihtimali, o tek salona girme ihtimali oldukça düşük. Artık Nuri Bilge Ceylan’ı çok geniş bir çevre tanıdığı için son filmleri geniş bir dağıtımla vizyona girebiliyor. En son ‘Ahlat Ağacı’nı 217 salonda açılıp, 240 bin seyirciye ulaştı. Son dönemde gişede başarılı olmuş bir başka bağımsız film, Tolga Karaçelik’in ‘Kelebekler’i 130 bin seyircinin üzerine çıktı. Vizyona 77 salonda girmiş. 9. haftasına kadar 10 salonda kalmayı başarmış. Fakat bunlar tekil örnekler. Bakın yerli bağımsızların seyirci rakamlarına. 30 bin seyirciyi bulan çok az film göreceksiniz. Son dönemde çok konuşulan ‘Müslüm’ ise bin salonda başlıyor şu an 6 milyon 200 bin seyircinin üzerinde. Ortada çok farklı ticari ölçekler var.
Bağımsız sinema bu kadar hacimli ticari filmler arasında kendine alternatif alan üretmekte de zorlanıyor olmalı?
Aynı şartlarda bambaşka oyunların içindeyiz. Aynı salonlarda olmak istiyoruz ama esasında aynı oyuna dahil değiliz. Yeni ticari ölçekler milyonların gideceği filmlere göre oluşmakta. Bağımsız film yapımcıları olarak, yaptığımız tür filmleri yapmaya devam edebileceğimiz pazarlama, dağıtım ve gösterim ölçeğini henüz oluşturamadık. Aksine bunu oluşturacak kanallar olan kamu desteklerini, kültür sanat yayınlarını, TV programlarını, gazete sayfalarını, bağımsız salonları kaybediyoruz. Dijital alanı kullanmayı ise -dijital yayıncılık, sosyal medya, ‘crowdfunding’ yeni yeni öğreniyoruz. Oldukça kan kaybettiğimiz bir geçiş sürecindeyiz.
Bağımsız filmlerin seyirci sayıları nasıl büyütülebilir?
Bağımsız filmler İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de hala bu kentlerin eski merkezlerinde ayakta kalan bağımsız salonlarda izleniyor. Bir yandan bu salonları korumak, yenilemek yaşatmak gerekiyor. Bir yandan kentlerin yeni merkezlerindeki AVM salonlarının bağımsız film kültürüne ev sahipliği yapabilir haline gelmesi için yeni bir seyirci kültürünün yeşermesi gerekiyor. Bir filmin 10 salonlu bir AVM’de üç salonda birden olması, salon sahibi için ne kadar karlı olduğu tartışılabilmeli. Az da olsa yukarıda bahsettiğimiz tekil örnekler bağımsız filmlerin seyircisinin olduğunu, büyüyebileceğini gösteriyor. Kültür politikasının, piyasanın nasıl düzenleyebileceğinin, bilet fiyatının nasıl belirleneceğinin, sinemada dikey ve yatay tekelleşmenin, bağımsız sinemanın üretiminin ve pazarlanmasının da içinde olduğu çok çetrefilli bir tartışma. Umarım bu tartışma yıldız isimlerin tweet’lerinin ötesine geçer.
Ozan Açıktan (yönetmen): Filmciler için tehlikeli olduğunu dünya çoktan çözmüş
Değerli yapımcı dostum Faruk Özerten bu konuda bir şeyler yazmıştı. Onun işaret ettiği bazı noktaları aktarmak isterim. “1940’larda Hollywood’un büyük bir hukuk olayıyla sonlandırdığı yapım/dağıtım/gösterim tekelinin, 2014-2015 yıllarında Türk film sektöründe yeniden kurulmuş olması bugün yaşanan sorunların temel sebeplerinden belki de en önemlisi bence” diye yazmıştı o, ben de buna katılıyorum. Büyük ve sektöre hakim bir ‘gösterim’ şirketinin ‘film dağıtım’ işine de girmesinin biz filmciler için çok tehlikeli bir gelişme olduğunu dünya çoktan çözmüş ve bunun hem yasal zeminini düzenlemiş hem de uygulamada çıkan problemleri de yolda revize etmiş durumda. Sektörde tekel oluşturabilecek her türlü gelişmenin önüne geçilmesi gerekiyordu zaten. MARS bu büyük ve Koreli şirkete satılmadan önce de bir tekeldi, konu CGV bu sinema zincirini alınca bir dert olmadı, yani çok önceden ciddi bir sorundu. MARS’ın AFM ile birleşmesi bugün geldiğimiz noktanın başlangıç yeri. Sadece bu sorunu bu kadar ortaya çıkartacak derecede vahşice ve neredeyse şuursuzca bazı uygulamalar yapılmadığından gümbürtü de çıkmadı bu kadar. O nedenle de belki genel alakanın radarının altında kaldı kanımca.
Benim yakından bildiğim şekliyle sektörümüzün yapımcı devi BKM dahi, MARS – AFM birleşmesine karşı sayfalar dolusu raporlar verdi rekabet kuruluna fakat sonuç alınamadı. Elbette o zamanlarda birçok arkadaşımız da buna işaret etmek istedi ama serbest piyasa kurallarının içinde sesleri duyulmadı, etkin de olamadılar. Ellerinden şu anki mısır konusu kadar bariz bir problem olmadığı için, işaret edilen dert sadece biz sinemacıların iç problemiymiş gibi göründü belki de. Oysa konu tam da bugün geldiğimiz yer kadar büyük ve derindi o zaman da.
Konu sanki sadece hangi filmin gösterime gireceği ya da kimin filminin ne kadar gösterimde kalacağını içeren bir tartışma gibi göründü. Aslında kimin filminden, reklam sürelerine ve daha başka bir sürü yere gidiyor bu tekelleşme meselesi. Son damla da bu mısır tartışması oldu.
CGV’nin bileti promosyon ürünü yapması, bu tekelleşme konusunun ne kadar derin ve ne kadar mühim olduğunu herkesin göreceği zemine taşımış oldu. Oysa mısır da, reklamların süresi de ve hatta bu reklamlardan yapımcıların herhangi bir pay alamaması da tüm bu tekelleşme sürecinin problemlerinden.
Bir yönetmen olarak süreci korkuyla izliyorum çünkü hepimizin hayalini ve geleceğini içeren bir tartışmada CGV’nin takındığı tutum çok korkutucu. Yasal düzenlemenin aciliyeti ve uygulanmasındaki kararlılık hepimiz için çok çok değerli.
Ersan Çongar (BirFilm genel müdürü ve yapımcı): Sağlıksız sektörel büyümenin bir sonucu
Türkiye sinema endüstrisi son 20 yılda çok hızlı bir büyüme yaşadı. 2001’de satılan bilet sayısı 26 milyon iken, 2018’e geldiğimizde bir yılda satılan bilet sayısı 70 milyona ulaştı. Aynı dönemde sinema salonu sayısında da iki katı aşan bir artış yaşandı. Ancak bu büyüme de kendi içinde pek çok sorun ve dengesizlik de yarattı.
Dünyanın pek çok ülkesinde rekabet yasaları sinema salon zincirleri ile dağıtımcı-yapımcı ilişkilerini denetler ve bir şirket/kurumun hakim güç olarak sektörün tümünü kontrol etmesine yol açacak şekilde her alanda faaliyet göstermesini kısıtlar. Örneğin Amerika’da major Hollywood dağıtımcılarının bir salon zincirinin sahibi olması 1948 yılında yasaklanmıştır. Bizde ise maalesef bu alanda bir denetleme olmadığı gibi, haksız bir rekabet söz konusu. Egemen sinema salonu zinciri aynı zamanda film dağıtım pazarının da hakimi. Dolayısıyla bugün filmlerin vizyon tarihlerinden tutun, ne kadar şehir ve salonda vizyona gireceğini ve ne kadar süre vizyonda kalacağını da ağırlıklı olarak Mars Entertainment Group yönlendiriyor.
Şu an sinema sektörünün yaşadığı kriz aslında çok gecikmiş bir kriz ve temelde yıllardan beri süregelen sağlıksız sektörel büyümenin bir sonucu. Bağımsız film yapımcıları ve dağıtımcıları yıllardır sektördeki sorunları anlatmaya çalışıyorlar ancak şimdi işin ucu Türkiye’nin en çok seyirci toplayan filmlerinin yapımcılarına dokunan bir noktaya geldiği için bu sorunların bir kısmı görünür hale gelebildi. Yoksa haksız rekabet de, keyfi uygulamalar da bugün ortaya çıkmış bir durum değil, yıllardan beri devam eden ve gittikçe de büyüyen sorunların bir kısmının yansıması sadece.
Ali Kemal Çınar (bağımsız sinemacı): Bugün konuşulanlar ciddi anlamda şımarıklık
Ben dört uzun metrajlı film çektim. Sadece bir tanesi gösterime girdi; o da Başka Sinema çerçevesinde gösterildi. Ben hiç destek almadım. Bugün konuşulanlara bakıldığında bence ciddi anlamda şımarıklık. Sonuçta piyasa arz talep üzerinden yürüdüğü için onların suçu da burada ortaya çıkıyor. Bugüne kadar bağımsız, alternatif kimseyi görmediler. Böyle bir niyetleri de yoktu zaten. Mevzu, onların kardan alamadıkları para olunca da bana tartışmalar samimi gelmiyor. Zaten bizim hiçbir zaman şansımız yoktu. Gittikçe daha da tekelleşti. Bunlar buna yardımcı oldular. Şimdi neden şikayet ediyorlar bilemiyorum.
İrfan Demirkol (Ankara Büyülü Fener Sinemaları): Filmlerini alternatif salonlarda gösterebilirler
Konu 2011’lere dayanıyor. Mars ve AFM’nın birleşmesinde, Rekabet Kurumu’nun ve Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararları sürecinde, adım adım tekelleşmeyi görürüz. Bu süreçte, bugün tekellerle anlaşamayan yapım şirketleri tekelleşmenin yanında yer aldı. Kültür ve Turizm Bakanlığı da bu tarafta kaldı. Mısır kavgasına dönüşen olay aslında piyasadan daha fazla pay alma kavgasıdır. Bugün, CGV MARS ile anlaşamadığını söyleyen Yılmaz Erdoğan ve Cem Yılmaz onlarla hem ortak filmler yapıyorlar hem de ortak dağıtım şirketi kurdular.
Bugün mısır ve reklamdan pay almaya çalışan yapımcılarımız, ticari filmlerini en yüksek sezonda, sinema salonlarına minimum sekiz hafta, aynı anda en büyük 3-4 salonda gösterme koşulunu dayatmakta. KDM şifrelerini buna göre vermekte. Aynı hafta tüm Türkiye’de aynı film gösterilmekte.
Bağımsız filmler o tarihlerde gösterilecek salon bulamamakta. Uluslararası film festivallerinden ödüllerle dönen filmlerimiz seyirciye ulaşamamakta. Şimdiye kadar tüm desteklerini tekelci gruba veren ticari film yapımcılarının bu durumla karşılaşacağı açıktı. Bugün dahi gösterimini erteledikleri filmlerini alternatif salonlarda gösterebilirler. Filmlerine güvenmeliler ve alternatif yaratmalılar.
Şimdiye kadar bağımsız sinema salonları yaratılmamasında, yapımcıların, dağıtımcıların, meslek birliklerinin, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sorumlulukları bulunmakta.