Yarın tarih yazılırken, Türkiye’nin totaliter rejime gidişinde birkaç ‘kritik’ dönemeçten bahsedileceğini sanıyorum.
Bunlardan birisi, iktidar olmak arzusu bulunmayan bir siyasi partinin demokrasi için ne kadar tehlikeli bir rol oynayabileceğine ilişkin olacak. MHP’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra her türlü koalisyona kapıyı kapatması, Meclis başkanlığını altın tepside AKP’ye sunması…
Bir diğeri, CHP’nin ‘dokunulmazlıkların’ kaldırılmasına katkı sunarak kendisinin de kurban edileceği mezbahaya gönüllü olarak girmesi; sözde sosyal demokrat bir parti olarak, siyasetin ve meclisin yok edilmesine akılalmaz bir şekilde ortak olması…
İktidar, toplumu manipüle etmek, kendi içindeki ‘muhalifleri’ susturmak için ‘din’ kartını muazzam bir başarıyla kullandı. ‘Ama biz bunlar için yola çıkmadık’ diyecek olanlara, hemen ‘dava’ denildi, ‘kutlu yürüyüş’ denildi, onlar sustu.
İktidar sonradan, ikinci sihirli değneği keşfetti, ‘milliyetçilik’ denince de akan sular duruyordu. ‘Milliyetçilik’ denince, kendine sosyal demokrat diyenler bile, pervane böcekleri gibi az sonra kendilerini yakacak olan ampule doğru koşuyorlardı.
Yarın Türkiye’de totaliter bir rejim kurulduğunda, pek çok diğer şeyin yanısıra, muhalefetin siyaset üretememesi, Kürtleri Meclis’ten atacağız derken siyaset denen kurumun dibine nasıl asit döktükleri anlatılacak…
CHP’nin ve liderinin nasıl böyle basiretlerinin bağlandığı üzerine epey kafa yorulacak…