ERAY ÖZER
erayozer@gmail.com
Onur Ünlü son filminde sinema adına bazı soruların peşine düşüyor: Acaba giriş, gelişme, sonuç mantığıyla ilerleyen klasik anlatı dilinin ötesine geçebilir miyim? Fizikte değişen kurallar, klasik anlatı yapısını değiştirmek için bir rehber olabilir mi? Put Şeylere seyirciyi zorlayan, Ünlü’nün deyimiyle anlamaya çalıştıkça izleyenleri ‘öfkelendiren’ bir film. “Halbuki öfkelenmek yerine hissetmeye çalışsalar filmden daha fazla nasiplenirler” diyor Ünlü.
Onur Ünlü’nün son filmi Put Şeylere Cuma günü vizyona girdi. Aslında film geçen yıl İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişti. Festivalde filmi izleyicileri arasında bile “Anlamakta zorlandık” diyenler olmuş, Ünlü gösterim sonrası bu yöndeki bir soruda ‘filmin ne anlattığını anlamak yerine hissetmeye çalışmanın’ daha doğru bir yol olabileceğini söylemişti.
Doğru, Put Şeylere her şeyi yerli yerine koyarak anlamlandırma, başı sonu belirli bir hikayeye benzetmeye çalışarak izlerseniz sizi yoracak bir film. Çünkü bir kere her şeyden önce ‘giriş, gelişme, sonuç’ diye özetlenebilecek o klasik akışa sahip değil. Olaylar ve diyaloglar tekrar edebiliyor. Benzer diyaloglar farklı sonuçlara, yine aynı şekilde benzer karşılaşmalar farklı ilişkilere yol açabiliyor. Karakterler öldükten sonra dirilebiliyor.
Farkındayım, böyle anlatınca insanın zihni ekranda ne ile karşılaşacağını pek kestiremeyebiliyor. Evet, Put Şeylere izlemeden kestirmesi güç bir film çünkü onu bir başka filme benzetmek mümkün değil.
‘Huzurlu alanlara müdahale ediyor’
Filmin senaristi ve yönetmeni Onur Ünlü, insanların perdede gördükleri şeyi anlayamadıkça, yahut yerli yerine koyamadıkça sinirlendiklerini söylüyor. “Çünkü” diyor Ünlü, “Böyle bir film o insanların içinde huzurla dolaştığı alana müdahale ediyor.” Fakat bir yandan da öfkelenmek yerine sezgilerine biraz daha teslim olarak hissetmeye çalışmanın izledikleri şeyden daha fazla ‘nasiplenmeleri’ için bir vesile olabileceğini söylüyor.
Bu arada şunu özellikle belirtmek lazım. Onur Ünlü bu klasik anlatı biçimine uymayan bir hikayeye ayak uydurmanın insanları zorlamasının da gayet ‘insanca’ bir durum olduğunu özellikle belirtiyor: “Aynı şey benim için de geçerli. Ben de geçenlerde yeniden çekilen Suspiria’yı izlemeye gittim. Yorgundum ve hikayeyi kaçırdım. Anlamamaya başladım. Sonra da anlama kaygısından uzak bir şekilde izlemeye başladım filmi ve fark ettim ki artık daha başka bir şekilde zevk alıyorum.”
‘Sezgilerle hareket etmek önemli’
İnsanın bir sanat eserine sezgileriyle yaklaşması söz konusu sinema olduğunda daha zor oluyor. Bir müzik eserini, bir resmi sezgilerle değerlendirmek çok daha kolay. Ünlü, sezgiye ve oradan hareketle ‘zorunlu raslantısallık’ dediği kavrama büyük önem veriyor. Üretim süreçlerinde bu ikisinin büyük bir yer tuttuğuna inanıyor.
“Spinoza gelir gelir ve sonunda anlamayı çaresiz şekilde sezgiye bağlar. Sezgisel olarak bir metni kurmaya başladığın zaman bilinçdışın kendisiyle ilgili olanı senin etrafına toplamaya başlıyor. Dolayısıyla bir süre sonra bakıyorsun ki, o esnada neyle ilgileniyorsan etrafında onlar toplanmaya başlıyor. Ama senaryo en sonunda analitik bir iştir ve nihayetinde analitik olarak onu düzenlemeye başlıyorsun” diyor. Ama bu anlattıklarının metafizikle hiçbir ilgisi olmadığını, rasyonel bir alandan ve buradan doğan bir sezgisellikten söz ettiğinin özellikle altını çiziyor. Yani sen tam da aklını o konularda gezdirdiğin için o sana denk geliyor. Filmin yazım sürecinde de bu sezgisel alanın içerisinden bir üretim ortaya koymaya çalışmış. “Ama senaryo nihayetinde analitik bir iştir, sonrasında ortaya çıkan şeyi analitik olarak düzenlemeye başlıyorsun” diyor.
Her şeyin bir başı-sonu olmak zorunda mı?
Peki neden böyle bir film yapma ihtiyacı hissetti? Sohbetimizden anladığım kadarıyla bunu temelde iki nedeni var: Birincisi, Hollywood’dan arthouse filmlere kadar sinemanın o klasik anlatı dilinden sıkılmış. Bir metni giriş, gelişme, sonuç boyunduruğundan kurtarabilir miyim, sorusunun peşine düşmüş. İkincisi fizik ve fizik felsefesine dair artan ilgisi ve yaptığı okumalar…
‘Her şeyin bir başı ve sonu olması’, ‘olayların sebep sonuç ilişkisi üzerine ilerlemesi’ gibi tarih boyunca kendi içinde gelişerek ilerlemesine karşın bugün artık kuantum fiziğiyle yanlışlanabilen varsayımların bize sinema hakkında da bir şeyler söylemesi gerektiğini düşünüyor.
Çünkü gelecekte Aristo’dan bugüne gelen 2400 yıllık bu klasik anlatı biçiminin yerini başka bir şeye bırakacağından emin. İnsanların artık bu klasik anlatı dilinden sıkıldığına inanıyor. Yani biz Ünlü’nün filmlerine öfkelenmeyi sürdürsek bile onun 20-25 yıl sonra çocuklarımızın bu filmleri mutlu mesut izleyeceğine dair bir şüphesi yok.
Fiziğin kuralları değişirken, işi metinler kurmak olan insanların da bu değişime ayak uydurması, yeniden pozisyon alması gerektiğini söylüyor Ünlü özetle.
Sinemayı değiştirmek, dilini yeniden yaratmak gibi iddiaları yok. “Ben bir soru sordum” diyor, “Acaba böyle de olabilir mi?”
Tabii önemli bir nokta daha var. Put Şeylere’de filmin dramaturgisine net bir müdahalede bulunurken, ortaya tutarsız davranışlarda bulunan, ipe sapa gelmez laflar eden karakterler çıkmıyor. Yani aslında olaylar ve karakterler kendi içinde tutarlılıklarını koruyor.
Gelelim filmin içeriğine… Yani ne anlattığına…
“Ben o sırada neyle ilgileniyorsam, ne okuyorsam doğal olarak yazdıklarım da onunla ilgili oluyor” diyor Ünlü.
‘Tanrıyla insanın konumlarını merak ediyorum’
Hikayede İshak isimli bir torbacı, ensest, puta tapma gibi kavramları görünce bende Sümerler, Lut Kavmi, Sodom ve Gomorra şehirleri gibi çağrışımlar yapmıştı. Sahiden de o döneme dair okumalar yaptığı bir zaman aralığında çıkmış senaryo.
“Platon öncesi filozofların hayatını okurken filmdeki konulara ilgi duymaya başladım” diyor. “Asıl olarak tanrıyla insanın birbirine göre konumlarının zaman içerisine ne hal aldığı sorusuyla ilgileniyorum. Örneğin ‘İsa Tanrı’nın oğludur’ gibi bir bilgi nereden çıktı, bunu anlamaya çalışıyorum. İnsanın tanrıyla dolaysız bir biçimde karşı karşıya kaldığı o trajik an ilgimi çekiyor” diye anlatıyor filmdeki konulara olan ilgisini.
Peki ‘demokratik dramaturgi’ diye tarif ettiği bu film yapma biçiminin devamı gelecek mi? Onur Ünlü, genellikle belirli bir tarza takılıp yoluna o form üzerinden devam eden birisi değil ama Put Şeylere’de denediği bu anlatı biçiminin belli ki devamı gelecek. “Çünkü burada daha kurcalanacak şeyler var” diye anlatıyor nedenini. “O nedenle yaptım ‘Bitti’ diyebileceğim bir iş değil.”
Kısa kısa…
* “Aslında bu filmi 20-25 dakikalık beş parça olarak yazdım ve kurguladım. Ama film olarak ortaya çıkacak olan buydu. İleride diğer parçaları başka bir platformda paylaşabilirim.”
* “Ben bir şey değiştirmeye çalışmıyorum, ileride ne var onu görmeye çalışıyorum. Aslında bir soru soruyorum. Fizikte şöyle şöyle şeyler oldu, bu tanrıyla ilişkimizi böyle değiştirdi ama dramaturgiyle lanet ilişkimiz hala devam ediyor. Buna başka türlü bakmamalı mıyız acaba? Sorduğum soru bu kadar basit aslında.”
* “‘Normal’ filmler de yapmak zorundayım. Mesleğim bu. Elimden gelse film yapmak istemezdim. Oturup düşünmek isterdim.”
* “Sen Aydınlatırsın Geceyi gibi filmler yap diyorlar. Bu bana ‘Cehenneme git’ demek gibi bir şey. Yaptım onu zaten, aynısından neden yapayım? Onu yapıyorum, sonra başka bir şey yapmak istiyorum.”
* Onur Ünlü’nün sıradaki filmi ‘Topal Şükran’ın Maceraları’. Orada klasik anlatı biçimiyle ilerleyen bir hikaye var. Fakat bu defa da filmde diyalog yok! “Kimse kimseyle konuşmuyor, ihtiyaç da olmuyor. Konuşmadan anlaşıyorlar ve aslında karmaşık da bir hikaye” diyor.
* Bir de roman geliyor Onur Ünlü’den. Hikayesi ağır: 16 yaşındaki tecavüz mağduru bir kızın kaybolan çocuğunu arama hikayesi. “Hikaye ağır evet ama onu mümkün olduğu kadar eğlenceli nasıl anlatabilirim, diye düşündüm” diyor.