Fransız Devrimi, 15. yüzyıla uzanan bir Rönesans’ın ve 17. yüzyıldan itibaren kök salan bir Aydınlanma devriminin uzantısındadır. Aradaki 130 yıllık farka rağmen 1923 Devrimi bir Aydınlanma mirası üzerinde yükselmemiştir. Elbette Osmanlı’da da anayasal gelişmeler olmuş, eğitimde ve yargıda din temelli yapılanmalar esnetilmiş, Cumhuriyetçi fikirler son dönem aydınları arasında tartışılmaya başlanmıştır.
Ancak bunlardan daha önemlisi, Kurtuluş ve Kuruluş sürecini yöneten Mustafa Kemal’in kişiliğinin temelini, bağımsızlıkçılık yanında, radikal bir Aydınlanmacılığın oluşturmasıdır. Kuşkusuz Kurtuluş savaşının askeri/sivil kadrolara sağladığı muazzam itibar da devrimin radikalliğini desteklemiştir. Dönemin güçlü ve örgütlü sınıfları olan ticaret burjuvazisi ile büyük toprak sahiplerinin desteğini arkasına almayı, aşar vergisinin erken bir dönemde (1925) tasfiyesiyle de her sınıftan köylülüğün güvenini kazanmayı da ihmal etmemiştir.
Fransız Devrimi ise, yükselen burjuvazinin toprak aristokrasisine karşı yaptığı bir devrimdir. Arkasına köylülerin ve işçilerin desteğini de almıştır. Ancak Fransa’da 19. yüzyıl tarihi, yükselen işçi sınıfı hareketi karşısında ürken burjuvazinin -aristokrasiyle yeniden ittifak kurmak da dahil olmak üzere- kendi devrimine ihanetleriyle örülüdür. İşçi sınıfı çeşitli tarihsel uğraklarda (1830, 1848, 1870) devrim bayrağını devralarak tarihe yön verebilmiştir. Her durumda 1789 Fransız Devriminin, 19.yüzyıl boyunca yeniden şekillendiği bir dönem yaşanmıştır; keza, Fransız sanayi devriminin de bu yüzyılda tamamlanmıştır. “1905 Yasası”yla Kilise ile Devletin birbirinden ayrılmasını sağlayan laiklik rejimine geçilmesi ise, 1789’un açtığı yolun son “aydınlanmacı” düzenlemesidir.