Önce, her yüksek sayıda şehit haberinden sonra, televizyonlarda boy gösterip, “terörle mücadele” adına analiz diye hep aynı şeyleri söyleyen, söyledikleri çatışma ortamını daha da körükleyen “uzmanlar”, bir noktada utanıp, hiç olmazsa sussalar diyorum.
Kürt meselesi, “terörle mücadele siyaseti ve yöntemleri ile çözülmez, derinleşir, kör düğüme dönüşür, bu anlayış değişmeli, mutlaka barışçı, müzakereci siyasetlere dönüş gerekir” diyoruz, “teröre destek” dahil bin bir iftira ile linç ediliyoruz. Nasılsa, ateşe körükle gidenlerin çocukları ölmüyor veya “şehitlikle şereflenmiyor”. İçte ve dışta savaş siyasetlerinin en önde koşanları arasında, çocuğunu özellikle sakınan ve hatta kendi bedelli askerlik yapmış olanlar var. Vicdanları sızlamak bir yana, savaş çığırkanlığının perdesini yükseltip duruyorlar. Onlar makbul vatandaş, barış isteyenler “hain” öyle mi? Olmaz böyle şey!
Savaş, askeri tedbirler, siyasetin bittiği yerde başlar, siyasetsizlikten beslenir. İktidar olarak siyaseti tanımlayanların birinci sorumluluğu, “terörü lanetleyip”, işin içinden sıyrılmak değil, vatandaşın canını, malını korumak, bunun için de, en başta barışı temin etmektir. Her egemen devlet elbette varlığını hedef alan saldırılara karşı tedbir almak durumundadır, ama Kürt meselesini bu paranteze sokmak mümkün değil.
Bunu anlamak için daha neyin olması, kaç insanın canını yitirmesi gerekiyor? Ve de barış isteyen, mevcut siyasi anlayışı sorgulayan kaç kişinin daha hapsi boylaması veya hain ilan edilmesi gerekiyor? Derde deva mı? Değil!