
Dr. FEYZA BAYRAKTAR
info@feyzabayraktar.com
Milyonlarca gencimizin girdiği üniversite sınavının sonuçları açıklandı. Üç harfli kısaltması sık sık değişse de çoğumuz için hayatımızın dönüm noktalarından biri bu sınav. Zamanında en inançsızımızı bile okunmuş pirinç veya şekerle yakınlaştırdığı göz önüne alınırsa hayatımızdaki rolü azımsanamaz.
Birçok değişikliğe uğramışsa da gerek sınav gerekse hazırlanma süreci, hala en stresli dönemlerimizden biri olarak anılıyor. Özellikle de hedefler yüksek ise…
Üniversiteye giriş süreci neden zor?
Tüm gün okulda derslere girip eve dönünce ödevleri bitirmeye çabalarken bir yandan da sınavlara çalışıp dershane ile özel dersler arasında koşturmak, insanüstü meziyetler gerektirdiği için içimizde saklanan süper kahramanı ortaya çıkmaya zorluyor.
Asla yetişmeyen konular, soru tanımak için çözülmesi gereken testler, paragraf sorularını doğru anlama çabası ve geometri sorularında ‘görebilme‘ becerisi derken hazırlanma süreci özellikle de sınava girecek gençlere hayatın sonraki bölümlerine dair fragman veriyor.
Bir insanın hayatı boyunca yapacağı mesleği henüz 18-19 yaşındayken seçmek zorunda kalması ve o mesleği yapabilmek için bir sınava girmesi zaten yeterince zorlayıcı. İstediği bölüme girsin girmesin sonuçta kendisini bambaşka bir meslek yaparken bulma olasılığı da cabası.
Diyelim ki seni çok heyecanlandıran ve tutkun olabilecek bir meslek bulmuşsun ama o mesleğin ülke koşullarında maddi getiri ortalaması düşük. Ailen maddi destek veremeyecekse o tutkunun peşinden gitme riskini alamayabilirsin. Diğer bir senaryo da şu: 18-19 yaşında değil de 30’lu veya 40’lı yaşlarda karar verdin gerçekten ne yapmak istediğine, ama tüm düzenini bozup başka bir kariyer için adım atmak zor geliyor. Olduğun yerde kalmayı seçebilirsin.
Bu yüzden, birçok kişi üniversite sınavını, tek atımlık kurşunu bulunan bir silahla ava çıkmak gibi görebilir.
Özetle bu dönem, birçok insanın üzerinde taşıması zor duygusal bir yük oluşturabilir.
Üçgen taklidi yapan kare!
İnsanın -yaşı kaç olursa olsun -istediği işi yapıp geçimini sağlayabilme özgürlüğünü hissedememesi, ve işsiz kalma kaygısından dolayı isteklerini değil de mecburiyetlerini ön plana alması kendi potansiyelini kara deliğe bırakmasına ve olduğundan farklı bir şekle girmeye çabalamasına sebep olabiliyor. Tıpkı kare şeklinde bir nesneyi üçgen şeklinde bir boşluğa sokmaya çalışır gibi… İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullar göz önüne alınırsa üçgen taklidi yapan bir kare olarak hayatına devam ettiği için kimseyi yargılayamayız.
İnsan bir işi severek yapıyorsa başarı kaçınılmazdır. Bu bir gerçek. Şu da var ki başarı göreceli bir kavram. İnsan dışarıdan başarılı olarak tanımlansa bile bu o insanın geçimini rahatça sağlayabildiği anlamına gelmez. İnsan hem gerçekten sevdiği işi yapıp hem de geçimini sağlayabiliyorsa, bu ‘ideal‘ bir senaryo. Öte taraftan, ‘ideal senaryolar‘ dünyasında rol alacağımıza dair hiçbir güvence yok.
Kalıp kararlara mahkum değiliz
Gerçekler dünyası her ne kadar karanlık bir gezegen gibi gözükse de enseyi karartmamak gerek; çünkü hayat uzun vadede parçalı bulutlu seyreder. Yani, insan istediği bir mesleği yaptı diye para kazanamayacak ya da istemediği bir işi yaparken mutsuzluk kuyusunun dibinde kazandığı banknotları sayarken yaşlanacak diye bir kural yok.
Özellikle de günümüz dünyasında -dijitalleşmenin yaygınlaşmasıyla birlikte- insanlar aynı anda birden fazla iş yapabiliyor ve hobilerinden dahi para kazanabiliyor. Buradaki asıl mesele, yaratıcılığı zamanında içine hapsedilen kalıplardan çıkartıp özgürlüğüne kavuşturabilmek; ezberleri bozabilmek için risk alabilmek; köşeleri törpülemek ve aslında karenin içinde gizlenmiş üçgenleri görebilmek. İnsan sahip olduğu yetenekleri ve potansiyeli, mesleği dışındaki alanlarda da ortaya çıkartabilir. Bir şekle bürünmek yerine, kendini -kısmen de olsa- şekillendirebilir.
Evet, gerçekler kısıtlayıcı olabilir, ama zihnimizde yarattığımız felaket senaryoları kadar değil. Zihnimizin bize taktığı prangalardan kurtulup harekete geçmeyi başardığımız noktada hayatın akış yönünde kendimizi şekillendirebileceğimiz uygun bir alan illa ki buluruz.
Ne değiştirilemeyecek seçimlere mahkumuz, ne de pembe hayaller aleminde uçuyoruz. İkisinin tam ortasında bir yerlerdeyiz. Önemli olan, tam olarak nerede olduğumuzu ve ileride nerede olmak istemediğimizi ‘görebilmek’. Bu bağlamda, kendimizi şekillendirmek için potansiyelimizi bizden köşe bucak kaçıran ‘garanticilik’ rehavetini iyice bir silkelememiz gerekiyor.
Kendimizden ‘bambaşka bir ben‘ yaratamayabiliriz, ama unutmayalım ki köşeleri esnetmek her zaman mümkündür!