Neticede kaliteli, sorumlu ve insan odaklı devlet formuna ulaşamıyoruz.
Deprem gibi, göz göre gelen ve yine geleceği neredeyse kesin olan; binli, onbinli, ellibinli ölümlere yol açan afetlerin afetine karşı tedbir almayan, bunun yerine açıkta kalana konteyner ve çorba temin etmekle övünmeye sığınan bir devletin üçlü, beşli, onlu ölümlere odaklanması da zaten beklenemez…
Türkiye depremde dünyada en çok insan kaybeden ülkelerin başında geliyor. İş kazalarında -yılda 2 bine yakın kayıpla- dünyanın dokuzuncu ve Avrupa’nın da birinci ülkesidir. Maden kazalarında da dünya birincisidir… Bu hazin tabloyu, bu berbat rekorları destekleyen daha hazin ve berbat bir istatistiğimiz vardır: Türkiye; deprem, tren kazası, maden kazası, iş kazası veya benzeri vakalarda herhangi seviyede bir siyasi sorumluyu ve üst düzey bürokratını yargılamayan dünyanın tek ülkesidir. Başka söze gerek var mı acaba?
Yargı, ekonomi ve eğitim gibi en temel alanlarda içler acısı hali ortada olan bir ülkede insan hayatının kıymet taşımaması anlaşılmaz değildir. Hukuk duygusu yitirilmiş ve insanları iyi eğitmek gibi bir hedef kalmamıştır. Tersine, iyi yetişmemiş ve iyi eğitilmemiş insan modeli makbul hale gelmiştir. Kim hakka riayet edecek kim hakkını arayacak? Tepeden aşağıya herkesin daha azına rıza göstermeyi kabullendiği düzenin kaçınılmaz neticesi ölenin öldüğüyle kalmasıdır. Hak ve hak arama duygusu zayıf kaldıkça, en temel hak olan hayat hakkını korumakla yükümlü olanlar himaye gördükçe böyle olmaya devam edecektir.
Mustafa Karaalioğlu’nun yazısı