Avrupa’nın devrimlerle sarsıldığı 1848 yılında, görünüşte halktan, haktan, adaletten, asayişten yana bir söylemle, Napolyon Bonapart zamanında Fransa’nın üç kıtada at koşturduğu eski güzel günlerinden bahisle yeni kurulmuş ‘Bonapartist’ partinin cumhurbaşkanı seçildi. Louis Bonaparte, kısa sürede yönetim ve ordunun kilit noktalarına kendisine yakın isimleri yerleştirdi.
…Bonaparte ülkesini Prusya ile yenilgiyle sonuçlanan bir savaşa, kendisini de can düşmanı saydığı, amcası Napolyon’un çöküşü olan Waterloo savaşını kazanan İngiltere’de sürgüne sürükledi.
Bonapartizm, yönetenlerin Meclis’te çoğunluğa sahip olmadığı, ama yönetilenlerin de iktidarı değiştirmek için yeterince güçlenmediği koşullarda, yönetimin bürokrat ve askerler üzerindeki kontrole dayanarak sürdürülmesini anlatır.
Bonapartist yönetim, 19’uncu Yüzyıl Fransası’nda Louis Bonaparte’ın seçimle işbaşına gelip yönetim şeklini darbe ile değiştirip yönetimde kalmasıyla münkün oldu.
Biz 21’inci yüzyıl Türkiye’sindeyiz oysa. Zaman ve mekan farklı, Erdoğan’ın çizgisini Bonapart çizgisiyle tamamen aynı saymak belki mümkün değil. Yine de böyle bir örnek var tarihte. Tabii Erdoğan’ın o cümlenin devamında söyledikleri var bir de; bence ondan ayrı düşünmek, lafı cımbızlamak olur.