“Sivil” kavramına başvurunca, doğal olarak akla “12 Eylül rejiminin” yaptığı anayasanın etkisinden çıkma çabası geliyor. Evet, ama, kaç kere değiştirdik bu anayasanın maddelerini; uzun boylu bir “etkisi” kalmadı. Şu anda kullanmakta olduğumuz anayasada “faşizan” hükümler varsa bunlar 12 Eylül kalıntısı değil, biz Türkler’in olağan, alışıldık faşizminin kalıntıları. Öteden beri, işin başından beri ana sorun anayasanın sivil ya da askeri olmasından çok “demokratik” olması ya da olmaması.
Anayasal tarihimizde, tanıdığımız en “demokratik” anayasa, 27 Mayıs’ınki oldu. Kendine özgü bir dönemin, koşulların ürünüydü, falan filan. Ama askeri iradeye dayalı ortamda, belki yanlışlıkla, üretilen metin “görece demokratik” olabiliyordu. “Yanlışlıkla” dedim: sonraki askeri müdahalelerde askerler bu yanlışı tekrarlamadılar; 12 Eylül’de de nasıl bir toplum istediklerini göstermiş oldular.
Demek ki bir anayasanın hangi toplumsal güç tarafından oluşturulduğu, kendi başına, mutlak belirleyici olmayabiliyor. Öte yandan, şimdi AKP’nin diline doladığı “sivil” kavramı da yanıltıcı olabilir. Sivillerin yaptığı faşizan anayasa örneği yok mu dünyada? Siz böylesini hatırlamıyorsanız AKP’nin girişimini destekleyin, “bırakın yapsınlar”. . . “Sivil” elinden çıkma faşist anayasa örneği ile tanışmış olursunuz.
Ancak AKP tarafı “sivil” kavramında ısrar eder ve burada bir “keramet” keşfederken “demokratik” kavramını kullanmaktan da aynı ısrarla kaçınıyor. Oysa bundan böyle (ve aslında ezelden beri) ihtiyaç duyduğumuz şey, Anayasa’nın da, “ana” olmayan yasaların da, genel siyasi atmosferin de “demokratik” olması.
Buna ihtiyaç duyuyoruz, çünkü hiç yaşamadık. En parlak girişimlerimizde de devleti yurttaştan “koruma” tedbirleri düşündük ve aldık; yurttaşı devletten korumak aklımıza gelmedi—bugün de söylenince, şaka gibi, kulağa bir tuhaf geliyor.