ALTAN SANCAR
altansancar@diken.com.tr
@altansancarr
Depremin üçüncü günü… Antakya’da ambulans sesleriyle doğuyor güneş. Sesler ilk iki güne göre daha fazla, trafik çok daha yoğun. Normal akan hayatımızda duyduğumuzda bizi üzen bu ses, burada umut veriyor, “Yaşayanlar var” dedirtiyor. Kim bilebilirdi ki ambulans sesini duymanın, üzüntüden çok umut getireceğini. Bu sesler, enkazların başında daha fazla ekibin olduğu, çok daha fazla yurttaşın kurtulduğu anlamını da taşıyor ne de olsa… Öyle mi gerçekten?
Gece karanlığında çalışmalar durmuyor elbette, ama yavaşlıyor. Kesik elektrikler spot ışıklarına, spot ışıkları jeneratöre ve o da yakıta muhtaç kılıyor ekipleri. Yakıtın bittiği yerde devreye kafa lambaları, el fenerleri giriyor. Ancak günün ilk ışıklarıyla hızlanıyor tüm mücadele. Bir uçtan bir uca dolaşılınca kent, anlaşılıyor ki koşmuş gelmiş inşaat işçileri farklı şehirlerden. İzmir’den geleni de var Erzurum’dan yetişeni de… İki kentten gelenlerin de iki ayrı hikayesi var kendi mücadelelerinde.
AFAD ekibi sayısı artmış, ancak “Her enkazın başında bir ekip var” diyenleri gözlerimiz yalancı çıkarmış. Biz kentte son durumu gözlerken, bir yerlerde birileri enkazların başında durduğunu söylemiş. Bizim bundan günler sonra haberimiz oluyor. Telefonlar çekmezken, internete ulaşmak ise mucize halini alıyor. Haber vermeye gittiğimiz kentte, habersiz kalıyoruz gördüklerimize ilişkin buyurulanlardan.
Trafiğin artışına sebep olan yardım TIR’ları kente girmeye başlıyor. Öğreniyoruz ki bu tırlar için de bir bürokrasi varmış. Yola çıkmadan plakası bildirilenler, kentin girişindeki AFAD Koordinasyon Merkezi’ne girebilirken, plakası bildirilmeyenler giremiyor.
Hal böyle olunca TIR’lar soluğu kentin merkezinde almış, yüklerini doğrudan ulaştırmaya çalışıyor. Ambulansların ilerlemeye çalıştığı trafik kilitlenirken, koordinasyon olmadan dağıtılan yardımlar yol kenarlarında kalıyor, çok değil birkaç saat içinde çöp olup gidiyor. Yol kenarlarındaki su dağlarındaki şişeler patlıyor, elbiseler çamura bulanıyor, ekmekler yerlerde geziniyor. Dağıtılan yemeklerin çöpleriyle henüz dağıtılmayı bekleyen gıdalar birbirine karışıyor. Çöp toplayacak işçi de yok arabada… İş başa düşünce, çözüm bunları yakmakta bulunuyor. Yananların küllerinin az ötesinde yine yemekler pişiyor, bir kez daha çöp dağları büyüyor.
Çadırların kurulmaya başladığı Vali Göbeği’ne giriyoruz. Enkazdan hep birlikte çıkan bir aile kendine gelmeye çalışıyor.
Kadınlar şehirden gönderilmiş, erkekler eşyalarını yükleyecek araba arıyor. Eşya dediğim erzak, birkaç parça elbise ve ısıtıcıdan ibaret.
İlhan Ateş, Hatay Büyükşehir Belediyesi’nin eski çalışanlarından. AKP’ye oy verdiğini belirten yurttaş, devlete duacı olduğunu ve şikayetinin olmadığını söylüyor. 50 yıllık emeğinin yerle bir olduğunu, evine yeni aldığı televizyonun taksitinin bile bitmediğini anlatıyor. Bu sırada oğlu söze giriyor: “Televizyon yok, ama taksiti ödememizi isterler” diyor, küçük oğlu ise “Ödeyecek gücümüz yok, eve icra takibi başlatsınlar” diyerek gülümsüyor.
Ateş ve oğulları Hatay Büyükşehir Belediyesi Başkanı Lütfü Savaş’ın uzun yıllardır farklı partilerde kenti yönettiğini, yıkımdan kendisinin de sorumlu olduğunu söylüyor. Her partinin kendisinden olanı korumaya çalıştığını, yıkımın tüm sorumlularının hesap vermesi gerektiğini vurguluyorlar.
İlhan Ateş’le konuşurken, arkada tıkanan umumi tuvalet önünde bir yurttaş bağırıyor: “Günlerdir gelmediniz, bu tuvaletten pislik yayılıyor. Seçimde oy istemeye de gelmeyin!” Adresi bilinmese de bu sitem depremzedelerin siyaset kurumuna kaşlarını çatmaya başladığını gösteriyor.
Yanımızdan bir araç geçiyor, aracın arkasından dışarıya taşan iki torba, cenaze torbası. İnsanların cenazelerini kaldıracak araç bulamadığı kentte, herkes kendi başının çaresine bakıyor. İlerleyen günlerde sayıları artacak cenaze araçları, kentin farklı noktalarında enkaz enkaz dolaşmaya başlayacak. İçindekiler “Cenaze var mı?” diye soracak.
Antakya Belediyesi tabelasının asılı olduğu ve hafif hasarlı bir bina. Binanın kapısına yaklaşınca kokular yükselmeye başlıyor. İçeri girdiğinizde çok geçmeden kokunun nedeni anlaşılıyor. Sağlam kalan binanın tıkanan tuvaletleri, odaları artık tuvalet olarak kullanılıyor. Yerlerde insan dışkıları, kağıtlar ve peçeteler. Kentte yaşanan tuvalet sıkıntısının somut örneği duruyor karşımızda. Binanın çevresi de tuvalet olarak kullanılmış, çevrede insan dışkıları var. Buradan geçenler kazara basıp araçlarına biniyor ya da daha kalabalık alanlara gidiyor. Herkes tuvalet ihtiyacını dile getiriyor, gelen seyyar tuvalet sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor.
Hava yeniden kararmaya başlıyor, Asi Nehri’nin hemen kıyısındaki bir enkazda yüzlerce insan toplanmış durumda. Bir ambulans bekletiliyor. Ambulansın açık arka kapılarının önünde ise kavgaya dönüşmeden müdahale edilen bir tartışma yaşanıyor. Erzurum’dan gelen inşaat işçileri, Konya İtfaiyesi çalışanlarına tepki gösteriyor: “Biz bulduk, gelip reklamınızı yapıyorsunuz. Bir de utanmadan günlerdir buradayım diyor!”
Tam da bu sırada Suriyeli bir kadın enkazdan çıkarılıyor, kadın çıkarılır çıkarılmaz kepçenin üzerinden ses yükseliyor: “Tekbir!” Yanıt gecikmiyor: “Allahu Ekber.” Tam o anda bir kadın kurtarma görevlisi, “Yapmayın” diyor. Kadının sağlığı için uyarırken, enkaz altında bir başka ses olduğunu hatırlatıyor. Ama sesler devam ediyor: “Tekbir!” Yanıt yine gecikmiyor: “Allahu Ekber.” Kadının geçeceği koridorda yer almak için kurumlarının kıyafetlerini giyinen resmi görevliler mücadele ediyor, neyse ki kadın sağ salim ambulansa bindiriliyor ve hastaneye doğru yola çıkıyor.
Soluğu Erzurumlu işçilerin yanında alıyoruz. Öfkeyle karışık kırgınlıkları gözlerinden okunuyor. Yanaşıp “Ne oldu?” diye soruyoruz, enkazdan çıkarılan kadını kendilerinin tespit ettiğini, aynı enkazdan çok sayıda hayatını kaybeden yurttaşı çıkardıklarını anlatıyor. Yaşayan kadını tespit ettiklerinde bir anda etraflarının kalabalıklaştığını, jandarmanın kendilerini enkazdan indirdiğini söylüyor. Ama yine de ekliyor: “Canlı çıksın da kimin çıkardığı önemli değil.”
Enkazın başından ayrılıyoruz, Türkmenbaşı Caddesi’ndeki Maruf Celli Apartmanı’nın önüne geliyoruz. Burada tam 36 saat geçireceğiz. Bu enkazın altında üç milletten insanlar bulunuyor…