
MUSTAFA ALP DAĞISTANLI
Arapça ‘kayyım’ kelimesinin kökü ‘kıyam’dır, ondan gelir, şimdi Türkiye’nin dört bir yanında olan biten de kayyım rejiminden köküne, aslına dönüştür, kıyamdır.
Kayyım, ‘belli bir işin görülmesi için tâyin edilen kimse‘dir. Kayyım atanır, mesela belediye başkanı seçilir. ‘Türk tipi başkanlık rejimi’ aslında tam bir kayyım rejimidir. Hiçbir denge, denetim mekanizması içermez bu rejim, herşey bir kişinin iki dudağı arasındadır. Tabii, dudaklar onundur da ağzından çıkan her söz onun değildir, o nihayet bir prompter okuyucusudur. Rejimin ‘kayyımı’dır o. Bakanlar, yüksek yöneticiler seçilmeden, hiçbir nitelikleri sorgulanmadan, hiçbir denetimden geçmeden başkan tarafından atanır, yani hepsi aslında kayyımdır.
Seçimsiz kurumların tamamını ele geçirip hiçbirinde özerklik bırakmayan bu kayyım rejimi, sadece seçimli işleri kaybedebilir, ama işte kaybettiği bu seçimli yerlere de kayyım-yargıçlar elindeki yargıyı da kullanarak kayyım atar.
İstanbul’a kayyım atama hamlesi de bu rutin işlerin bir parçasıydı aslında ama dahası da vardı, çünkü İstanbul Belediye Başkanı aynı zamanda muhalefetin cumhurbaşkanlığı adaylığına soyunmuştu. Dolayısıyla, Baş-Kayyım, muhalefetin cumhurbaşkanı adaylığına da dolaylı yolla bir tür kayyım atama yolunu tutmuştu. Kısacası, bir devletlu iradeyi dayatmaktı bu, başka irade istenmiyordu.
Dil de nicedir bu kayyım rejiminin diline ve oyununa sıkışmıştı. Muhalefetin dili de karşıtını göstererek o dil içinde deviniyordu. Meclis kutsaldı, seçim sandığı kutsaldı. Liberal demokrasinin iki putu.
İstanbul Üniversitesi öğrencileri işte bu putları kırdı, bu dilin dışına çıktı, CHP’yi de sokağa çağırdı. Cumhuriyetin ve demokrasinin yapı taşlarından olan sokağa. Ve işte temsilî olanın yerine aslî olan işi ele aldı: Kıyam. Kıyam ayağa kalkma demektir, bir işe kalkışma demektir, kıyam isyan demektir. Kıyam, büyük kitlelerin dile gelmesidir. O devletlu dili kırmak, onun dışına çıkmak demektir. Şu anda Türkiye’nin dört bir yanında yaşanmakta olan bu.
Bir de ‘kıyamet’ diye bir kelimemiz var. İşte kıyam, iktidarlar için kıyamet demektir.
İktidar “uyur ejderhanın kuyruğuna bastı”.
DİLE GELENLER
İki soru
Bugünkü yazınızda gördükten sonra Bir ‘kuaför röportajı’nın iki versiyonu başlıklı yazınızı ilgiyle okudum. İzninizle, aklıma takılan birkaç şeyi sormak istiyorum.
1) Evrim Deniz’i tanımadığınızı tahmin ederek soruyorum: Neden yazıyı yazan kişiye seslenirken ikinci tekil şahıs kullanıyorsunuz? (“Saç kestirmek için gittiğini söylemiştin, onu kullanmak yeter” gibi.) Saç kestirmek için gittiğinizi söylemiştiniz, onu kullanmanız yeterdi, deseydiniz daha güzel olmaz mıydı?
2) Neden kayyum? Doğrusu kayyım değil mi? Onur Mumbuç
MAD: Birinci tekil şahıs konuşmak gazeteci alışkanlığı olsa gerek, yıllarca editör olarak çalıştım muhabir arkadaşlarla senli benli konuşurdum, ondan. Hem sonra, aslına bakarsanız metinle konuşuyorum ben, kişilerle ve kişiliklerle ilgili değilim. Mesela Fikret Otyam’ın kitabında bir yere şöyle bir not koymuşum: “Doğru dürüst anlatsana şu hikayeyi! Resmi yazılara boğmuşsun.” Başka kitaplarda da başka yazarlara böyle notlar yazmışımdır. Neyse… Saygısızlık, küçümseme kastıyla yazmadım. Muhabirlere saygıda kusur etmem.
İkinci soruya gelince. Kayyım-kayyum meselesi için bu ‘kayyım’ uygulaması başladığında elimin altındaki Kanar Osmanlı Türkçesi Sözlüğü‘ne (Prof. Dr. Mehmet Kanar, Say Yayınları) bakmıştım, şöyle diyordu:
Kayyim [<Kayyûm] 1. mütevelli, 2. cami hizmetçisi.
Kayyum 1. mütevelli, 2. cami hizmetçisi.
Kayyûm Tanrı’nın sıfatlarından biri.
Öbür sözlükler de üç aşağı beş yukarı aynı şeyi söylüyor: Kâmûs-ı Türkî, Kubbealtı Lugatı, Osmanlı Türkçesi Sözlüğü – Prof. Dr. İsmail Parlatır, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü – Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat – Ferit Devellioğlu, Osmanlı Tarihi Sözlüğü – Necdet Sakaoğlu, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, TDK Güncel Türkçe Sözlük. Kubbealtı, Kamus gibi kimileri ‘kayyim’ yerine ‘kayyum’ demenin yanlış olduğunu söylüyor, kimi ikisini birbiri yerine kullanıyor. Mesela Türkiye Bilimler Akademisi Bilim Terimleri Sözlüğü Sosyal Bilimler (2011 baskısı) ‘kayyum’u şöyle veriyor:
“(Alm. Pfleger, m, Kurator, m, Verwalter, m; Fr. curateur, trice; İng. trustee, curator) huk. 1. Yasada belirtilen durumlarda, gerçek hak sahibinin yetersizliği, haklarını kullanamaması gibi nedenlerle, onun yerine temsilci olarak, bir malı yönetmek ya da bir iş görmek üzere atanan kişi. 2. Vakıf yönetiminden sorumlu olan kişi.”
Kısacası, bazı sözlükler, Allah’ın adlarından biri olduğu için öbür anlamlarıyla bunu ayrıştırma ihtiyacı duymuş. Dilin incelikler gözetmesi bakımından iyi bir şey. Ben pek bir fark görmediğim için, çocukluğumdan beri de kulağımda ‘kayyum’ kaldığı için onu kullanmıştım. Ama bakın bugünkü yazıda ‘kayyım’ dedim, ‘kıyam’la ilişkisi daha belirgin olsun diye. (Bütün bu sözlükleri tarayan arkadaşım Zeynep Rona’ya minnettarım.)
Ceylanın gözleri
Önce öldür, sonra yaz yazınızı az önce okudum, ceylanın başını avucuma aldım, güzel kedim gözlerimin önüne geldi.
On dakika önceye kadar Fikret Otyam’ı yıllar önce Mülkiyeliler’de Can Yücel’le gördüğüm çakır keyif tonton ihtiyar olarak hatırlıyordum. Anılarıma değil de ceylana çok üzüldüm, içim acıdı. Murat Ünal
Bu da benim editim
Bu mesajı okur yazar diyaloğu geliştirmek lazım, yazarıyla okuruyla biz bir aileyiz türü bahanelere sığınarak yazıyorum. Aşağıda benim notum ve altında T24 yazarı Büşra Sanay’ın yazısı var. Paylaşmak istedim.
“Sayın editör, selamlar.
T24 sitesini elinden geldiğince takip etmeye çalışan bir okurunuz olarak yazıyorum bu bilgi notunu. Güncel siyasi konulara değinen köşe yazılarının yanında özellikle Pazar günleri farklı konuları işleyen yazılara yer vermenizi çok olumlu buluyorum.
Bütün yazıların bir ön incelemeden geçmesinin zor olduğunu tahmin ediyorum. Fakat keşke Büşra Sanay’ın 15 Haziran 2021 tarihinde yayınlanan ‘Londra günlükleri: Karantinaya uçuş’ başlıklı yazısı bir incelemeden geçseymiş.
Çok hatalı, anlamı bozuk cümleler var. Yazı okunduğunda görülecektir ama birkaç örnek vermek isterim:
-Dışarıda yaşam belirtisi oldukça havalı görünüyor.
-Öğle sonrası saatleriydi ve sanki kadranda hareket olmamasını bir tek ben istemiyordum.
-Çok özlemekten korkmanın endişe yarattığı anlardı fakat kaçınılmazdı.
-İki kelime, ancak duygusunda bolca yük var.
-Belki de hep dönüş biletli gitmiştim gideceğim yere, bu sefer dönüş almamıştım. Onun yarattığı bir bulanıklık da olabilirdi bu.
Bunlar ilk iki paragraftan, bu da sonlardan:
-Bu deneyime ve belki de kişisel olarak, “deney”e beraber katılmak bizi çok uyuşturmadı. Karantina şansımızız.
Ne önemi var, haftada yüzlerce yazı gelip geçiyor, bu da böyle olsun denebilir. Sen daha iyisini mi yazacaksın denebilir. Ki yazma bakımından sıkıntım yok. Benimki naçizane okur eleştirisi.
Bu yazının bu haliyle yayınlanmaması gerekirdi diyerek notumu bitiriyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum.”
NOT: Şimdi bir daha yazıyı okudum. “Asfalt adeta buranın bulut rengi”, “Her gün diğerinin aynısı olmaktan çekinmiyor bu otelde” cümlelerini atlamışım. Haşim
MAD: Okurumuz Haşim’e T24 editöründen bir cevap alıp almadığını sordum. Almamış. Okurumuzun sözünü ettiği yazı 2021’den, buraya almadım, isteyen şuradan okuyabilir.