FREDERIKE GEERDINK
f.geerdink@gmail.com
Suriyeli mülteciler için yeni açılmış mülteci kampının içindeki geniş çadırda çoğu yabancı yaklaşık 60 yabancı gazeteci vardı. Oturmuş Suruç Kaymakamı Abdullah Çiftçi’nin kampa düzdüğü övgüleri dinliyorduk….
Ne zaman bitecek?
Açıkçası söylediklerini kelime kelime anlayamadım, çünkü kendisinden epey uzakta oturuyordum. Zaten tıpkı yanımdaki meslektaşlarım gibi fena halde sıkılmıştım. Hepimizin aklındaki soru şuydu: Bu müsamere acaba ne zaman bitecek?
Biz, gazeteciler, epeydir kaymakamdan haber yapmak üzere Kobani’ye geçebilmek için izin almak için bastırıyorduk. Çok bir şey istemiyorduk aslında: Haber çıkarabilmek için birkaç saat bize yetecekti. Bir önceki çarşamba günü bir grup gazeteci gidebilmişti Kobani’ye; bizim de hakkımızdı.
Ama anlaşılan o grupla ilgili bir sıkıntı vardı. Kobani’ye geçişleri organize biçimde yapılmamıştı ve kaymakamlıktan söylenene göre içlerinden bazıları Mürşitpınar sınır kapısına zamanında dönmemişti. Bu da yetkilileri kızdırmıştı.
Basın sözcüsünün fikri
Kaymakamın enerjik basın sözcüsü de ona niye Kobani’ye gitmek istediğimizi anlattığımızda bize bunu söyledi. Sanki kolektif bir ceza biçimiydi bu; meslektaşlarımız yanlış bir şey yaptığı için, biz de cezalandırılıyorduk ve Kobani’ye gitmemiz birilerinin insafına kalmıştı.
Sonra basın sözcüsü aniden yabancı hiçbir gazetecinin yeni açılan mülteci kampına ilgi göstermediğinden yakınmaya etmeye başladı. Acaba uluslararası basında burayla ilgili niye hiçbir haber yapılmamıştı? Kampta söylediklerine göre 40 bin mülteci için yeterli sayıda yatak, yorgan, buzdolabı, klima ve ısıtıcı mevcuttu…
Belki ilk başta Kobani’ye gidebilmemiz için önce kamp hakkında haber yapmamız gerektiğini söylerken espri yapıyordu ama sonra birden bunun iyi bir fikir olduğunu düşündü herhalde. Madem Kobani’ye gitmeyi bu kadar istiyorlar, o kadar olacak!.
Ama yine de bu fikri ilk kez ortaya attığında bu kadar ciddi olabileceğine inanmamıştık. Bize ertesi sabah saat 10.30’da hep birlikte hazır olmamızı söyledi. Sonra yüzde 80 ihtimalle bizi Kobani’ye götürebilecekti.
Sabah oldu. Saat 09:45’te Suruç’ta akşam evlerinde konakladığım aileyle birlikte kahvaltı ediyordum. O sırada meslektaşlarımdan birine telefonumdan mesaj gönderdim: ‘Planda bir değişiklik var mı? Basın sözcüsü seninle temasa geçti mi?’ Cevap: ‘Evet. Saat 10.00’da mülteci kampında. Biz yoldayız.’
Çayımı bir lokmada yuttum, koştum dişlerimi fırçaladım, çantamı hazırladım ve beni misafir eden aileye teşekkürlerimi sunarak aralarından neden hemen ayrılmam gerektiğini anlattım. Hızlıca şehir merkezine yürüdüm, bir taksiye atladım ve şoföre beni yeni açılan mülteci kampına götürmesini söyledim. Normalde inatçı bir insanımdır ama Kobani’ye gidebilmek uğruna bir mülteci kampını ziyaret etmem gerekiyorsa, yüzümde bir gülümsemeyle işime bakarım.
Tabii ki önceden ayarlanmıştı
Ne var ki çok geçmeden en hafif tabiriyle keyfim kaçtı. Mülteci çocuklardan biri önümüzde kaymakama çiçek uzatıverdi, o da çocuğun yanağından şefkat dolu bir tavırla makas aldı…
Birkaç dakika sonra meslektaşlarımdan biri: ‘Bu önceden tezgahlandı. Ailelerden birine kaymakama ne kadar müteşekkir olduklarını söylemeleri tembih edildi’ diye fısıldadı. Tabii ki öyleydi! İyi palanlanmış medyatik anlar hep böyle olur zaten. Öyle olmasa çocuk kaymakama uzatması için eline çiçek tutuşturulduğunda ya ağzını bile açmaz ya da, ‘Bu çiçekler de nerden çıktı? Onları niye bu adama vermem lazım ki? Bu adam kim?’ diye sorardı herhalde.
Çadır iyi de…
Kaymakam etrafını kuşatmış gazetecilerle ayrılırken, ben ve birkaç meslektaşım kalıp mültecilerle konuşmaya karar verdik. Kucağında küçük kız çocuğunu taşıyan Mustafa Derviş isimli mülteciyle konuştum. “Gazeteciler, çektiğimiz çileyi merak edip halimizi sorarlar sanmıştım ama yanılmışım” dedi keyifsiz biçimde. Ona kaldığı çadırı sordum. “Çadır iyi” dedi. “Ama çadırı ne yapayım ben. Ben Türklerin Kobani’ye açılan sınır kapısını açmasını istiyorum.”
Tam bu sırada kaymakamın basın sözcüsünün bize el ettiğini gördüm, ‘Arkadakiler ggruptan ayrılmayın bakayım’ der gibiydi. Etrafta yetkililer yokken bizim buradaki insanlarla konuşmamız planın bir parçası değildi anlaşılan.
Paket anlaşma: Önce kamp sonra Kobani
Mülteciler için hiçbir anlam taşımayan, tamamen devlete güzelleme amaçlı bu cilalalama müsameresinden sonrasıra kaymakama soru sormaya gelmişti. Ona Mustafa Derviş’in sınır kapısının açılması isteği hakkında ne düşündüğünü sormak istedim ama saat 11:15 olmuştu bile ve karanlıktan sonra Kobani’de kalmamıza izin vermezlerdi. Şu anki önceliğimiz kamptan bir an önce çıkıp Kobani’ye geçmekti.
Basın sözcüsü isimlerimizi tek tek bir liste halinde yazmamızı ve saat 12:00’de Mürşitpınar’daki jandarma barikatının önünde beklememizi söyledi. Listede ismi olmayanlar, yani kampı gezmeyenler anlaşılan sınırı geçemeyecekti. Sonuçta bu anlaşma bir paketti: önce mülteci kampı, sonra Kobani.
Beni yanlış anlamanızı istemem. Benim Suriyeli mültecilerin kaldıkları kampla bir derdim yok. Kaldıkları yer iyi gözüküyordu; en azından bu kısa, mecburi ziyaret sırasında gördüğümüz kadarıyla… Ama Kobani’den gelen mültecilerle son dört aydır konuşuyorum. Çoğu Mustafa Derviş gibi evlerine dönmek için Türkiye’nin sınırı açmasını istiyor.
Birkaç ay daha Türkiye’de kalmak zorundalar
Kobani’yi gördüğüm kadarıyla (evet sonunda başardım!) oranın tamamen harap olmuş halinden pek haberleri yok diye düşünmeden edemiyorum. En azından birkaç ay daha Türkiye’de kalmak zorundalar.
Bu kamp önümüzdeki aylar içerisinde neye benzeyecek merak ediyorum doğrusu. Şu anda orada sadece 5 bin mülteci barınıyor. Tamamen dolacak mı mesela? Ama daha da önemlisi şu: Devlet, mültecilerin isteklerine kulak verecek mi?
Devlet propagandası değil haber
Yani onların Kobani’ye geri dönmesinin önünü açacak mı? Eğer öyleyse o zaman Türkiye Kobani’nin baştan inşa edilebilmesi için gerekli desteği verecek mi? Şehri yeniden inşa etmek isteyen insanlar hiçbir engelle karşılaşmadan oraya gidebilsin, gerekli yiyecek içecek yardımı ve inşaat malzemeleri şehre ulaşabilsin diye sınır açılacak mı? Bu konuda, Erdoğan geçen hafta ‘Suriye’nin kuzeyinde bir Kuzey Irak istemediğini’ söylediğinden beri şüphelerim var maalesef.
Kamp hakkında yazı yazacağım. Ama devlet propagandası değil, haber yazacağım. Bir meslektaşım, kaymakamın basın sözcüsünün yabancı basını böylesine manipüle edebilmesini ‘akıllıca’ buldu. Ben pek öyle düşünmüyorum. Bize zorla kampı gezdirmiş olabilirler ama orası hakkında ne yazacağımıza kesinlikle karışamazlar.