NURAY MERT
İsrail bir kez daha ‘rıza’nın olmadığı yerde ‘zor’un işleyeceğini sanarak Hamas’ı ezip sorunu çözmeyi umuyor. Bu uğurda, bir kez daha insanlık suçu işlemeyi göze alıyor…
Oysa, izledikleri siyaset ne kadar tartışmalı olursa olsun, toplumların benimsediği, kurtuluş olarak gördüğü, direniş hareketi olarak benimsediği hiçbir güç zor kullanılarak yok edilemez. Filistin direnişi ve şimdilerde onu temsil eden Hamas, tam da böylesi bir olgu.
Güç değil zaaf
Uluslararası toplumun ‘her ülkenin güvenliğini savunma hakkı’ diye, Gazze harekatını meşru görmesi bu gerçeği değiştirmiyor. ‘Filistin meselesi’ bu nedenle çözülmek bir yana gittikçe sarpa sarıyor.
Bu körlük nihayetinde İsrail’in varlığını pekiştirmek yerine, meşruiyetini giderek zaafa uğratıyor. Bu haliyle İsrail, geleceği olmayan bir savaş ve kavga ülkesi.
Ne acıdır ki dünyanın tüm Yahudileri için bir sığınak olarak tasavvur edilen bir ülke, sonunda, sadece mağdur ettiği Araplar için değil, tüm Yahudiler için trajik bir öyküye dönüştü.
Tek istisna: Yahudiler
İnsanlık İsrail’e dur demeyi, kendi gerçeğiye yüzleşmeye çağırmayı gerektiriyor. Ama, insanlık aynı zamanda İsrail üzerinden, Yahudileri hedef tahtası haline getirmekten bucak bucak uzak durmayı da gerektiriyor.
Arap rejimlerinin pek çoğunu eleştiriyor ancak bu eleştiriyi Araplıkla ilişkilendirmiyoruz. Aynı şey diğer bütün uluslar, milletler için geçerli. Tek istisna Yahudiler…
İnsanlık dışı politikalara başvuran diğer ulus devletlerin hiçbirinde, o milletin tüm mensuplarını sorumlu tutmuyoruz. Hepsinin özür dilemesini beklemiyoruz. O ulus devletlerin var olma hakkını toptan sorgulamıyoruz.
Rıza yoksa kavga var
Bu noktada, konu ister istemez İsrail devletinin diğer hiçbir ulus devlete benzemeyen, istisnai kuruluş öyküsüne geliyor. İsrail, dünyanın dört bir yanından Filistin’e göç eden Yahudilerin yerli halka dayatması olarak kuruldu. Bu nedenden Araplar ve daha sonra tüm Müslümanlar İsrail’in var olma hakkını kabul etmedi. En fazla bu gerçekle yaşamak durumunda kaldılar. Ama görüyoruz ki rıza olmayan yerde kavga bitmiyor.
İsrail’in kuruluşunun Filistin’de yaşayan Araplarda açtığı yarayı göz ardı etmek mümkün değil. Kuruluşunun ardından sırtını güçlü devletlere dayayarak Filistinlileri yerinden yurdundan etme sürecini de.
Kör dövüşünden çıkmanın tek yolu
Ancak, aradan geçen zaman içinde İsrail birçok Yahudi’nin de yurdu oldu ve insani olan, artık bu gerçeği de göz önünde bulundurmak. Bu kör dövüşünden çıkmanın yegane yolu, Filistinlilerin, Arapların ve tüm Müslümanların, bu noktadan başlayarak yeniden düşünmeye, konuşmaya başlaması.
Böylesi zalim bir harekatın sürdüğü, çocukların katledildiği bir günde bunları söylemek yadırgatıcı olabilir ama ağıt yakmanın da, öfke kusmanın da Filistinli çocuklara faydası olmayacak. Bu hep böyle gidecek. İsrail de, Filistin de yaşanmaz bir ülke olarak var olmaya devam edecek.
Meydan savaşcılara kaldı
Doğrusu, şimdiye kadar böyle düşünenler hep yenik düştü, sesleri kısıldı. Filistin direnişi radikalleşirken, İsrail politiklarına karşı çıkan Yahudiler ve İsrailliler marjinalleşti. Pek çok İsrailli ülkesini terk etti, meydan savaşçılara kaldı. Böyle devam etmemeli.
Araplar, İsrail ile birleşik ordular olarak üç kere savaştı. Sonu hüsran oldu. Bu savaşları kazanan İsrail ise her defasında daha fazla meşruiyet kaybetti. Daha fazla nefret öznesi oldu.
Buna karşılık İsrail’e karşı nefret ve öfke, çoğu kez Arap rejimlerinin otoriter yönetimlerinin harcı olmak dışında işe yaramadı. Zaten kime karşı olursa olsun, nefret ve öfke, sadece kötülerin işine yarar, kötülüklere vesile olur.
Dik durmak başka, kin nöbetine tutulmak başka
Diğer taraftan, hak ve adalet arayışında dik durmak başka, kin ve öfke nöbetine tutulmak başka şey. Şimdilerde, böylesi bir nöbet Türkiye’de yaşanıyor.
Böylesi bir ortamda insanlık adına Gazzelilerin yanında durma çabası, insanlık adına diğer kaygıları unutturuyor. İnsanlık adına yola çıkanların Hitler’e rahmet okuması olacak şey değildir. Öyle ki sahur proğramında Nazi lideri Adolf Hitler’in ‘başyapıt’ı ‘Kavgam’ı okumayı tavsiye eden var.
İsrail devletinin saldırgan politikalarını anti-semitizm suçlamasıyla korumaya alma çabası bir vakıa. Ama bunun panzehiri anti-semitizme ön açmak olmamalı. Oysa, bu kapı, bugünlerde sonuna kadar açık. O kadar ki anti-semitizmden söz eden bile İsrail devletinin işbirlikçisi olmakla itham ediliyor.
İslami kesimin yayın organlarında eski solcular Türkiye’nin tüm dertlerinin müsebbibi olarak İsrail’i işaret eden ‘analiz’ler döşeniyorlar. Sağ kesim zaten, öteden beri yakın tarihi bir Yahudi komplosu olarak okur. Şimdi bu okuma genel kabul görür hale geldi.
Mesele çok daha derin
Mesele, sadece Türkiye’de yaşayan Yahudilerin incinmesi veya güvenlik sorunu değil. Mesele, insanlığa dair tasavvur meselesi, tüm kötülüklerin bir kavme yüklenmesi biçiminde tezahür eden hastalıktan uzak durma meselesi.
Dahası, Gazze vahşeti dolayısıyla İsrail’e karşı tepki vermenin yanısıra, tam da böylesi bir çıkmaz içinde, İsrail meselesini bir kez daha derinlemesine düşünmekte fayda var. Nitekim, son zamanlarda ‘Filistin sorunu’ yerine ‘İsrail sorunu’ndan söz etmek gerektiğini ileri sürenler var.
‘İsrail sorunu’ derken?
Bence de, ‘İsrail sorunu’ çözülmeden Filistin meselesi çözülmez. Ancak, görebildiğim kadarıyla, ‘İsrail sorunu’ndan kastedilen, bir kez daha İsrail’in toptan sorun olduğu ve yok olması gerektiği fikri.
Doğrusu şu ki tüm Müslüman dünyanın, artık birçok Yahudi’nin yurdu haline gelen bir ülkenin toptan yok edilmesi fikriyle ciddi bir şekilde hesaplaşması lazım. Filistin’in Yahudilere yurt olması fikri, bu topraklarda yaşayanlar için muazzam bir adaletsizlik demekti ama artık her iki tarafın da, o topraklarda yaşamasının meşru görülmesi dışında insan vicdanına uygun bir seçenek yok.
İsrail, sanıldığının aksine aslında güçlü olduğu için değil, daha çok varlığını kabul ettirmeyi bir türlü başaramayıp güçsüz düştüğü için saldırganlaşıyor. Veya saldırgan politikaları benimseyenler bu duyguyu sürekli canlı tuttukları için İsrail siyasetine hakim olabiliyor.
En önemlisi
Müslümanların İsrail’in var olma hakkını samimiyetle teslim etmesi, İsrail’de yaşayanları da, saldırgan politika ve politikacılardan kurtaracak tek yol. En önemlisi, insani olarak, ne olursa olsun bir topluluğu denize dökme hayali kurmayı reddetmek.
Bu görüşlerimi, zamanında Doğu Konferansı çerçevesinde çok dile getirdim ve sıkıntı çektim, olmadık ithamlarla karşılaştım, şimdilerde ne olur bilemiyorum. Ama, bedeli ne olursa olsun hep doğru bildiğimizi söylemekle mükellef değil miyiz?