Dr. FEYZA BAYRAKTAR
@FeyzaBayraktar_
info@feyzabayraktar.com
2024’ün son günlerinde yeni yılla ilgili bir yazı yazmayı düşündüm ama dürüst olmam gerekirse hiç içimden gelmedi. Ülkenin durumu ortada. Öte yandan genel tüketim yönelimine bakarsak ekonomik kriz yokmuş gibi bir hava esiyor.
Gerçi, toplumda zengin ve dar gelirlinin yaşadığı hayat standartları arasındaki uçurum derinleştikçe insanlarda zengin görünme telaşı başlar. Dolayısıyla tüketim, özellikle de lüks tüketim artar.
Ülkemizde de entelektüel gelişim sağlanamadığı gibi bir de üzerine ekonomik zorluklar kendini iyice göstermeye başlayınca birçok insanda bütçesi el vermediği halde zengin görünme sevdası, dolayısıyla lüks tüketim arttı. Yani sanıldığı gibi ülkemizdeki lüks tüketim sadece Arap turistler, eski zenginler ve sonradan zengin olanlarca yapılmıyor. Bütçesini zorlasa bile marka bir çanta ya da saat alan insan sayısı da az değil.
Bugünlerde kimileri, ‘Ne kadar para biriktirsem de zaten ev alamayacam, bari iPhone 16 alayım’ diyor ki bu bakış açısını kınayamayız. Yalnız, insanın kendisini tatmin etmesi için varolan kısıtlı bütçesiyle bir şey almak zorunda hissetmesi tartışılır.
Aslında, para harcamak da vizyon gerektirir. Kısıtlı bütçenizi illa ki bir şeye yatıracaksanız hayatta bir şeyler deneyimlemeye, bir yerleri gezip görmeye, kendinizi geliştirmeye yatırabilirsiniz. Öte yandan, toplumumuzda gidilen tatiller bile bir deneyimi satın almaktan çok başkalarına gösteriş yapma motivasyonuyla organize ediliyor. Tabii ki tüm bu tutum ve davranışlar tesadüf değil. Hepsinin altında birçok psikolojik ve sosyolojik sebep yatıyor.
Psikolojik sebepler
Markalar, sadece ürün değil, aynı zamanda bir anlam satar. Bir Chanel çanta ya da bir Porsche araba, kullanıcısına yalnızca işlevsellik sağlamaz; aynı zamanda bir statü ve aidiyet hissi sunar. İnsan psikolojisi, kabul görme ve değerli hissetme ihtiyacını derin bir şekilde taşır. Bu bağlamda, zengin görünmek için yapılan harcamalar bir tür psikolojik doyum arayışına dönüşebilir. Ancak bu arayışın altında çoğu zaman değersizlik duygusu ve özgüven eksikliği yatar.
Birçok birey, çocukluktan itibaren çevresinden aldığı mesajlar ve yaşadığı deneyimlerle kendine dair bir değer algısı oluşturur. Eğer birey, yeterince takdir görmediği, eleştirildiği veya sevgiye koşullu erişim sağladığı bir ortamda büyümüşse, kendini değersiz hissetmeye daha yatkın olur. Bu değersizlik duygusu, ilerleyen yıllarda başkalarının onayına ve takdirine bağımlı bir yaşam biçimine dönüşebilir. Lüks tüketim, bu noktada geçici bir özgüven kaynağı haline gelir. Sahip olunan pahalı bir çanta ya da araba, bireyin kendine “Artık yeterince iyiyim” deme şekline dönüşebilir. Ancak bu duygu genellikle kısa ömürlüdür ve yerini tekrar bir eksiklik hissine bırakır.
Özgüven eksikliği de bu döngüyü besleyen önemli bir faktördür. Özgüveni düşük bireyler, kendine saygıyı dışsal kaynaklardan sağlamaya çalışır. Bu kaynaklar arasında başkalarının onayı, hayranlığı ve iltifatı başı çeker. Lüks bir eşya, bireyin çevresinden daha fazla ilgi ve saygı görmesini sağlayabileceği için bu tür kişiler için çekici hale gelir.
Bu durum, özellikle sosyal medyanın yükselişiyle iyice pekişti. Sosyal medya, bireylerin hayatlarını bir sahneye dönüştürür ve her kullanıcıyı kendi markasının pazarlamacısı yapar. Bu platformlarda beğeni ve takdir gibi ölçütler, bireyin kendi değer algısını etkileyebilir. Bir lüks çanta ya da gösterişli bir araba fotoğrafı, bireyin daha çok beğeni almasına ve dolayısıyla kendini geçici olarak daha değerli hissetmesine olanak sağlar. Ancak bu tür bir tatmin, yüzeyseldir ve özgüven eksikliğini temelden çözmez.
Ayrıca, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi, bu durumu açıklamada yardımcı olabilir. Maslow’a göre bireyler önce temel ihtiyaçlarını karşılar, ardından güvenlik, aidiyet, saygınlık ve kendini gerçekleştirme ihtiyaçlarına yönelir. Maddi durumu yeterli olmasa bile bireyler bazen saygınlık katmanına hızlı bir sıçrama yapmayı tercih edebilir. Çünkü lüks bir ürün, çevreden daha fazla dikkat ve saygı görmek için -ne yazık ki- güçlü bir araçtır.
Sosyal sebepler: Statü, prestij ve görünürlük
Toplumlarda statü her zaman önemli olmuştur. Ancak modern kapitalist kültürde statü, artık yalnızca meslek, eğitim ya da bilgiyle değil, büyük ölçüde tüketimle tanımlanıyor. Lüks ürünler, kişinin işinde başarılı olduğu ya da hayatta diğerlerinden önde olduğu mesajını topluma iletmenin bir yolu haline geldi.
Sosyolog Thorstein Veblen’in ‘gösterişçi tüketim’ (conspicuous consumption) kavramı, bu durumu anlamada kilit bir yere sahip. Veblen’e göre insanlar, gelir düzeylerinden bağımsız olarak, başkalarının gözünde prestij kazanmak için tüketim yapar. Lüks bir araba, pahalı bir çanta ya da marka bir saat, bireyin “Ben buradayım” deme şeklidir. Bu durum, özellikle bizim ülkemiz gibi gelir eşitsizliğinin yoğun olduğu toplumlarda daha belirgin bir hale gelir. Alt sınıflar, üst sınıflara özenir; orta sınıflar, ki artık bir orta sınıf var mı meçhul, statülerini koruma mücadelesi verir.
Bu konu, hem sinemada hem edebiyatta sıkça işlenen bir temadır. F. Scott Fitzgerald’ın ‘Muhteşem Gatsby’ romanı, bu bağlamda klasik bir örnek sunar. Jay Gatsby, Daisy’ye sevgisi ve toplumda kabul görme arzusu nedeniyle büyük bir servet yaratır ve lüks bir yaşam tarzı sürer. Ancak bu gösterişli hayat, içindeki boşluğu dolduramaz. Gatsby’nin hikâyesi, zengin görünmenin mutluluğu garanti etmediğini ve toplumdaki yüzeysel değerlere karşı eleştirel bir bakış açısı geliştirdiğini gösterir.
Sinema dünyasında ise ‘The Wolf of Wall Street’, bireylerin zenginliği ve lüksü nasıl bir güç göstergesi olarak kullandığını gözler önüne serer. Filmin karakterleri, tüketim yoluyla statü kazanmanın peşine düşerken ahlaki çöküş ve kişisel tatminsizlikle yüzleşir.
Yazının başında bahsettiğim iPhone alma örneğine geri dönersek…
Pahalı bir telefon günümüzde yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda bir statü göstergesi. Dolayısıyla çoğu insan o telefona sahip olmazsa eksik hissedeceğini ve çevre tarafından yargılanacağını düşünüyor. Ve bütçesini zorlasa bile o telefona yatırım yapıyor. O parayla bir daire alamayacağı kesin ama bütçesini keyif alacağı deneyimlere harcamak aklına gelmiyor; çünkü lüks tüketimi bir ihtiyaç ya da zorunluluk olarak görüyor.
Geçenlerde lüks tüketimle ilgili bir yazı okudum. Yazıda, Louis Vuitton’un CEO’su hakkında ‘kendini zengin göstermek isteyen insanlar üzerinden zengin olan adam’ diye bahsediliyordu. Harika bir tanım! Aslında lüks markaların yaptığı tam olarak da bu; kalite değil, statü satmak. Tabii satın alınan şey, her zaman kişinin gerçek statüsünü yansıtmıyor. Ayrıca, ‘old money’ denilen kesim kendini kanıtlama ihtiyacı içinde olmadığı için üzerinde marka taşıma gereksinimi duymuyor. Dolayısıyla marka eşyalarını ya da gittiği seyahatleri gösterme çabasında olan insan ya gerçek statüsünü yansıtmıyordur ya da sahip olduğu parayı sindirememiştir diyebiliriz. Yalnız, iki durumda da kendilik değeri ve saygısı ile ilgili bir problem olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Sonuçları: Maddi zorluklar ve kimlik krizi
Zengin görünme çabası, bireylerde ciddi maddi zorluklara yol açabilir. Gelirine uygun olmayan bir tüketim alışkanlığı, borçlanma ve finansal sıkıntılar yaratır. Bu durum, uzun vadede bireyde stres, kaygı ve hatta depresyona neden olabilir.
Daha derin bir düzeydeyse bireyin kendine dair algısı zarar görebilir. Sahip olunan lüks eşyalar üzerinden tanımlanan bir kimlik, bireyin içsel tatminini engeller. Çünkü bu tür bir kimlik, dışsal onaylara bağımlıdır. Bu döngü, bireyin kendine olan güvenini zayıflatabilir ve toplumsal düzeyde daha yüzeysel ilişkilere yol açabilir.
Neler Yapmalı?
Bu paradokstan kurtulmak ve bireylerin gerçek tatmine ulaşmasını sağlamak için birkaç temel çözüm önerisi üzerinde durulabilir:
1. Farkındalık geliştirme: Bireyler, mutluluğun ve özgüvenin dışsal varlıklarla değil, içsel tatminle bağlantılı olduğunu anlamalıdır. Bunun için entelektüel gelişimi destekleyici kaynakları ve psikolojik destek hizmetleri daha erişilebilir hale getirilmelidir.
2. Finansal eğitim: Tüketim alışkanlıklarını daha bilinçli bir hale getirmek için bireylere bütçe yönetimi ve tasarruf bilinci kazandırılmalıdır. Bu tür eğitimler, özellikle genç yaşta sunulursa, gereksiz borçlanma ve lüks tüketim baskısını azaltabilir.
3. Toplumsal değerleri yeniden tanımlama: Eğitim, kültür, sanat ve topluma katkı gibi alanlardaki başarıların daha fazla değer gördüğü bir toplumsal yapı oluşturulmalıdır. Medyada ve sosyal platformlarda bu tür başarı hikayeleri öne çıkarılabilir.
4. Minimalizm ve sade yaşam hereketleri: Minimalist bir yaşam tarzı, tüketim çılgınlığından kurtulmanın etkili bir yolu olabilir. Daha az eşya, daha çok anlam mottosu bireylerin hayata bakışını değiştirebilir.
5. Sosyal medya kullanımını sınırlama: Sosyal medyanın etkilerinden uzaklaşmak için bireyler, dijital detoks yaparak sosyal kıyaslama döngüsünden çıkabilir.
Sonuç olarak, zengin görünme çabası modern dünyanın bir paradoksu. Bir yanda bireylerin kendini ifade etme ve değerli hissetme arzusu var; diğer yanda ise bu arayışın yarattığı derin psikolojik ve maddi sorunlar. Yalnız, unutmayalım ki gerçek mutluluk ve tatmin, sahip olduklarımızdan çok kim olduğumuzda saklıdır. Kimliğimizi de pahalı etiketlerle parlatamayız, aksine gölgede bırakmış oluruz.