Terörist saldırılarla ilgili olarak sadece tetikçilerin değil arkasındaki güçlerin ortaya çıkarılıp yargılanması talebi, ülkemizin demokrasi güçlerinin başlıca talepleri olagelmiştir. Ne var ki, bugüne kadar bu konuda ancak demokrasi güçlerinin çabaları, davanın avukatlarının olağanüstü gayretleri ölçüsünde ilerleme sağlanabilmiştir. Hele de iktidarın terörist saldırıları kendileri için politikalarının bir aracı olarak kullanmaları öne çıktığında bu daha çok böyle olmuştur. Özellikle de AKP iktidarının 7 Haziran 2015 seçiminin öncesinden de başlayarak bu saldırıları “Allah’ın lütfu” olarak değerlendirmeye başlamasından beri (Bunu en son Mersin-Mezitli saldırısında gördük) terör sorununun iktidarın iç ve dış politikası dikkate alınmadan anlaşılabilecek bir sorun olmadığı gibi, mücadele edilmesinin de son derece zor bir sorun haline geldiğini gördük.
İstiklal Caddesi’nde yapılan terörist saldırıyı da iktidarın böyle “kendisi için bir lütuf” olarak kullanmak istediği anlaşılıyor. Saldırının üstünden bir gün bile geçmeden oluşturulan tablo bunu gösteriyor.
İstiklal Caddesi saldırısı üstünden bir saat geçmeden RTÜK’ün radyo ve televizyonlara “yayın yasağı” getirmesi, Bilgi Teknolojileri Kurumunun (BTK), Turizm Bakanlığının “TV’ler radyolar sosyal medya saldırıyı tartışırsa turistiler ürkütülür” diyerek sosyal medyada “Band daraltılması” adı altında sosyal medyada haberleşmenin pratikte tamamen durdurulması iddia edilen amaçla yapılanın nasıl bir çelişki oluşturduğunu açıkça göstermektedir.