
LEVENT GÜLTEKİN
acikcenk@gmail.com
@acikcenk
HDP desteği olmadan muhalefetin seçimi kazanmasının mümkün olmadığı ortada.
Benim de aralarında bulunduğum birçok kişi, aylardır bu gerçeği defalarca dile getirdi.
Çünkü hem mevcut iktidarı yenilgiye uğratmak hem de gerçek bir demokrasiye ulaşmak için HDP’nin temsil ettiği toplum kesiminin de masada bulunması gerekiyordu.
Hem muhalefet partileri hem HDP bu gerçeği kabul etmiş olacaklar ki HDP cumhurbaşkanı adayı çıkarmama kararı aldı.
Aday çıkarmaması, ‘HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceği’ne yoruldu.
Buraya kadar her şey normal seyrinde devam ediyor.
Fakat kimi HDP’lilerin açıklamalarını görünce, “HDP gerçekten Kılıçdaroğlu’nu destekliyor mu?” sorusunu sormaktan kendimi alamıyorum.
Çünkü o açıklamalarla bariz bir şekilde Kılıçdaroğlu’na zarar veriyorlar.
Nasıl mı?
Anlatayım.
İktidara malzeme
İktidar, seçim stratejisini iki temel politika üzerinden sürdürüyor.
Bunlardan biri, geçmişteki icraatlarını anlatarak daha iyilerini yapma vadinde bulunmak, diğeriyse ‘Ülke bölünüyor‘ paranoyasını kabartarak toplumda güvenlik endişesi yaratmak.
Bu amaçla Kılıçdaroğlu’nu teröre destek veren, onlara göz yuman, HDP’nin desteğini almak için kapalı kapılar ardında terörle pazarlık yapan biriymiş gibi gösterme politikası izliyor.
Bu politikasını toplum nezdinde inandırıcı kılmak için kimi PKK yöneticilerinin ve kimi HDP’lilerin konuşmalarını kullanıyor.
Birkaç örnek
İlk önce HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan Nevruz kutlamalarında yaptığı konuşmasında mealen şöyle dedi: Ey AKP, Kürtler Suriye’de bağımsızlığını ilan etti, sırada Türkiye var, sana geçmiş olsun, artık Kürtlerin bağımsızlığını engelleyemezsin.
Ardından Kürt siyasetinin etkin isimlerinden Ahmet Türk sahneye çıktı ve ’14 Mayıs seçimlerinin Öcalan’ın özgürleşeceği seçim olduğunu‘ söyledi.
Bu konuşmalar üzerinden birkaç gün geçtikten sonra bu sefer sözü HDP’li siyasetçi Sırrı Sakık aldı ve Kılıçdaroğlu’na, kapalı kapılar ardında HDP’ye söylediği sözleri kamuoyu önünde de söylemesi için çağrıda bulundu.
Sanki gizli bir pazarlık vardı da kamuoyuna açıklanarak bağlayıcı bir hale gelmesi isteniyordu.
Ardından HDP’nin aday tanıtım toplantısında Şanlıurfa milletvekili adayı, “15 Mayıs’ta zindanların kapısı açılacak ve Öcalan dahil bütün tutsaklar serbest kalacak” dedi.
Bu konuşmaların izah edilebilir, anlaşılır bir tarafı yok.
Çünkü bu tür konuşmaların iktidarın değirmenine su taşımaktan başka hiçbir işe yaramadığı ortada.
Çünkü iktidarın, Kılıçdaroğlu’nu terörle pazarlık yapan, bu amaçla onlara göz yuman bir aday gibi gösterme çabasını ne yazık ki toplum nezdinde güçlendirecek türden konuşmalar bunlar.
Olmayacak şeyler
HDP’liler bu tür konuşmalarla esasında Kılıçdaroğlu’na zarar verdiklerini, mevcut iktidarın değirmenine su taşıdıklarını göremeyecek kadar politik bilinçten yoksun değiller.
Ama buna rağmen bu tür konuşmalar yapmaktan vazgeçmiyorlar.
Üstelik HDP’li siyasetçilerin bu söylediklerinin gerçek olmadığını, olamayacağını siyasetle ilgilenen herkes bilir.
Yani ortada bir pazarlık olmadığını, seçimlerden sonra muhalefet kazansa bile kimsenin gücünün Öcalan’ı serbest bırakmaya yetmeyeceğini onlar da biliyor.
Dahası, bir pazarlık olsa bile bunun hiçbir anlamı olmadığını, toplumsal dönüşüm sağlanmadan siyasetçilerin verdiği sözlerin bir anlamı olmadığını geçmişte defalarca gördük.
Fakat buna rağmen HDP’liler Kılıçdaroğlu’na zarar verme pahasına bu sözleri söylemekten geri durmuyorlar.
Akla gelen sorular
Bu durumda insanın aklına yukarıda bahsettiğim türden sorular geliyor.
HDP gerçekten bu iktidardan kurtulmak istiyor mu?
Kılıçdaroğlu’nu gerçekten destekliyor mu?
Türkiye’de demokrasiyi yeniden inşa edecek siyasetin bir parçası mı olmak istiyorlar yoksa kendilerine ait bir gündemleri var da onun peşinden mi sürükleniyorlar?
Politikalarındaki bu belirsizlik hem HDP’ye hem de muhalefete zarar veriyor.
Diğer taraftan, HDP seçmeninin maruz kaldığı onca yoksulluk, hukuksuzluk, dışlanma ve bunca yıkım, tahribat, ayrışma varken HDP’nin Öcalan’a özgürlüğü temel politika haline getirmesi de çok tuhaf.
Bu durum HDP’li seçmenlerin mi birinci önceliği yoksa Öcalan’a selam çakarak partide pozisyon elde eden kimi siyasetçilerin kendi tabanlarına dayattığı bir gündem mi?
Sonuç getirmediği ortadayken
Bence artık bunun da bir netliğe kavuşması gerekiyor.
HDP, Kürt seçmeni oyalamaktan, duygularını istismar etmekten vazgeçmeli artık.
Birkaç hafta önceki bir yazımda, “Kürt meselesinin çözümü için toplumsal dönüşüme ihtiyaç var. HDP toplumsal dönüşümü esas alan bir politika izlemek yerine kolaya kaçıp iktidar adayı siyasetçilerle pazarlık yaparak hak elde etme yöntemini benimsiyor” demiştim.
Bu yöntemin defalarca sonuç getirmediği ortadayken aynı politikayı izlemekten vazgeçmiyorlar.
Benzer bir politikayı bu seçim sürecinde de sürdürüyorlar.
Toplumun farklı kesimlerine ulaşıp Kürt halkının yaşadığı sıkıntıları anlatarak onların desteğini almak, yani HDP’yi büyütmeyi, siyasette etkin bir aktör haline dönüştürmeyi değil, marjinal küçük bir azınlığın duygularına hitap etmeyi, ’15 Mayıs’ta Öcalan özgür olacak‘ gibi gerçekçi olmayan hamasi vaatlerle tabanın duygularını istismar etmeyi, bunun yanında bütün umudu da kazanacak adaya bağlamayı Kürt halkının yararına bir politika zannediyorlar.
Toplum dönüşmeden siyasetçilerin kalıcı bir adım atamayacağı gerçeği ortadayken, 30 yıldır umut bağladıkları bütün siyasetçilerin topluma rağmen bu meselede sahici bir adım atamadığı gün gibi aşikerken şimdi benzer bir siyaseti Kemal Kılıçdaroğlu üzerinden sürdürüyorlar.
En radikal sözleri edip HDP’yi kimsenin yanında duramayacağı bir parti haline dönüştürüyorlar, sonra da bütün umudu iktidara gelecek siyasetçiye bağlıyorlar.
Ve yıllardır sonuç getirmeyen bu politikayla hem kendilerine umut bağlayan seçmenlerin umudunu istismar ediyorlar hem de bu radikal sözlerle toplumdaki bölünme paranoyasının büyümesine katkı verip demokratik kültürün gelişmesini engelliyorlar.
Karar zamanı
HDP artık bir karar vermeli: Toplumun farklı kesimlerinin desteğini arkasına alıp Türkiye siyasetinde etkin bir aktör haline mi gelmek istiyor, yoksa kimi HDP’lilerin zaman zaman dile getirdiği radikal sözlerin de işaret ettiği farklı bir gündemleri var ve o gündemin peşinden mi sürüklenmek istiyor?
Yani Pervin Buldan’ın dediği gibi bir bağımsızlık mücadelesi mi veriyorlar, yoksa Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi birlik, bütünlük, herkesin eşit, özgür olduğu bir demokrasi mücadelesi mi sürdürüyorlar?
Bence HDP seçmenin de bu soru üzerinde düşünmesi gerekiyor artık.
HDP artık karar vermeli: Pervin Buldan’ın dediği gibi bir bağımsızlık mücadelesi mi yürütüyorlar, yoksa Selahattin Demirtaş’ın dediği gibi bir demokrasi mücadelesi mi?