Onlar depremin ilk dakikalarındaki, günlerindeki acıları depremin birinci yılında bugünmüş gibi yaşıyorken, kalpleri 6 Şubat’ta 4:17’de kalmışken o acıları bir kez daha yaşattılar.
Aslında bilinmeyen bir gerçek değildi kurulan cümleler, o itiraf.
Gönderilmeyen arama kurtarma ile, yıkıntılardan sağ çıkardıkları sevdiklerinin gözlerinin önünde kaybetmelerine neden olan gelmeyen ambulanslar, sağlık ekipleri ile, yağmurun, yıkıntıların altında sesini duyurmaya çalışanların haykırışını susturmak için aldıkları bant daraltma kararları, okultulan selalarla, soğuğun altında günlerce ulaştırmadıkları çadır, soba ,gıda, su dayanışma malzemeleri ile satılığa çıkardıkları Kızılay çadırları, bağış için verilen kan bağışları ile o terk edilmişlik en can acıtıcı haliyle yaşatıldı.
Söz konusu olan sermaye, tarikatlar olduğunda halkın kaynaklarını, kamu kaynaklarını sınırsızca kullananlar, ne istedilerse verenler depremden bugüne bir yıl geçmesine rağmen deprem bölgesini, yıkımın en ağır yaşandığı Hatay’ı çadırlarla, konteyner kentlerle, sorunlarla baş başa bıraktılar.
Yalnızca Hatay’da 300 bine yakın bağımsız birim, yerleşim yeri depremle birlikte yerle bir oldu. “2 ay içinde 75 bin konutun teslimini bitireceğiz. Amacımız bir yıl içinde yıkılan her binanın yerine güvenle, huzurla oturulabilecek konutları teslim etmeye başlamaktır. Bir yıl içinde bu konutları tamamlayacak ve sahiplerine teslim edeceğiz..” vaatleri yalnızca bir algı oluşturmaktan ibaretti. Kocaman bir yıl geçti ve yalnızca 7 bin 275 sakine konutunun anahtarı teslim edilebildi.
Barınmadan, eğitime, sağlıktan temiz suya erişime, ulaşımdan asbeste, rant düzeninin adı olan kamulaştırma kararlarına tüm sorunlar her geçen gün katlanarak artıyor.