
Dr. FEYZA BAYRAKTAR
[email protected]
Yaz mevsiminin gelmesi, deniz sezonunun açılmasıyla birlikte en sık konuşulan konuların başına kilo verme yöntemleri yerleşti. Ya tek bir kilo verme yöntemine sadık kalarak hedefe ulaşma yolunda adımlar atmak ya da deneme-yanılmayla kendine en uygun yöntemi bulma yolunda düşe kalka ilerlemek…
Yollar farklı olsa da birçok kişi için hedef, kumsala inmeden yağları eritmek. Bu sürecin olmazsa olmazı egzersiz günlük rutine oturtulmaya çalışılırken kimileri ipin ucunu kaçırıp tatile değil de olimpiyata gidiyormuş gibi hazırlıklarını yapmaya başladı.
Kışın aldığı kiloları vermekte zorlananlar için mayoyla görünme endişesi, tatil keyfine daha başlamadan gölge düşürürken kendini ‘iradesiz‘ olarak etiketlemek de henüz gidilmemiş tatilin faturası oldu.
Yemekle aşk-nefret ilişkisi
İnsanın sağlık ya da estetik kaygılar sebebiyle kilo vermek istemesi son derece doğal. Yalnız bu isteği, hayatın merkezine oturtup ‘Kilo vermem gerek‘ düşüncesini diğer her şeyin üzerine çıkarıp yöneticisi haline getirmek, olmazsa olmaz ihtiyaç yemekle aşk-nefret ilişkisine da sebep oluyor.
Bu aşk-nefret ilişkisi “Yemek çok seviyorum” ya da “Stresli olduğum zaman hep atıştırıyorum” diyerek fazla yemeyle başlar. Ardından hem aynalar hem de çevre “Kilo almışsın” diye söylenir. Sonra da sonu gelmeyen bir diyete başlama sürecine adım atılır.
Her haftanın başında sabah girilen diyet, akşamında ya da ertesi gün ‘yasaklı‘ diye etiketlenen yiyeceklerden en az biriyle bozulur. Yasağı delme etkisiyle “Battı balık yan gider” denip bir dahaki diyete başlama gününe kadar stok yaparcasına yenir. Daha sonrasında da çok büyük bir günah işlemiş gibi suçluluk ve pişmanlık hissedilir. Yaz-kış demeden devam eden bu döngü, yaz mevsiminin gelmesiyle insanı daha da kapana kıstırılmış ve çaresiz hissettirebilir.
Kilo vermeyi zorlaştıran psikolojik etkenler
Kilo vermeyi zorlaştıran psikolojik etkenlerden belki de en önemlisi, buna olması gerektiğinden fazla anlam yüklemektir. İnsanlar kilo verdiği zaman -eğer fazla kilosu varsa- daha sağlıklı olabilir, aynadaki görüntüsü kendini daha iyi hissettirebilir ya da çevreden aldığı iltifatlarla daha fazla beğenildiğini düşünebilir. Tabii ki tüm bunlar da kişinin hayatını olumlu yönde etkiler.
Yalnız kilo vermek, ulaşılması gereken nihai hedef gibi insanın hayatının merkezine oturacak kadar da mucizevi bir etkiye sahip değildir. İnsanlar kilo verdiği zaman kiloya bağlı birçok problem ortadan kalkabilir ama hayattaki diğer problemler varlığını korur. Örneğin kilo vermek, alım gücünü arttırmaz ya da ilişkilerdeki problemleri çözmeye yardımcı olmaz. Bir insan kilo verdi diye çevresi onu daha çok beğenebilir ama o insanın beğenilmesi sevileceğini garantilemez. Sonuçta insanları dünyada kapladığı alana göre değil, bizde yarattığı etkiye göre severiz.
Kilo verme hedefi, hayatta çözülemeyen diğer problemler varken en çözülebilen olanı çözmeye çalışmak, yani birçok ‘kontrol edilemeyen‘ içinde ‘en kontrol edilebilir’ olana odaklanmak, hedef belirlemekte zorlanırken somut bir hedefe tutunmak, başarılı hissetme ihtiyacını tartıdaki sayının hareketiyle karşılamaya çalışmak, beğenilmek üzerinden onaylanmaya çalışmak gibi birçok amaca hizmet edebilir. Hizmet ettiği amaçlar arttıkça, kilo vermeye yüklenen anlam ve güç de artar, böylece kilo vermek daha zor hale gelir.
Kilo verme süreçleri kolay değildir, emek ister. Kilo, hayatın içinde verilir. Yani hedefler koyup ulaşmaya çalışırken, insanlarla bir araya gelip sosyalleşirken, hobilere zaman ayırıp hayatın tüm sıkıntısı içinde molaya çıkarken kilo verebilir insan… Kilo vermeyi nihai hedef yapıp tüm enerjisini bunun için harcarken sosyalleşmekten kaçınıp hayatı yaşamayı kilo verdikten sonraki bir zamana ertelemeye çalışırken değil…
Hak ettiğinden fazla anlam yüklenen hedeflere giden yollar, kendini sabote etme mayınlarıyla doludur. Unutmayın; bir hedefe ederinden ne kadar fazla güç atfederseniz yanlış manevra yapıp yoldan sapmanız o kadar olasıdır.