Kılıçdaroğlu, siyasi hatta sosyal sermayesinin büyük bir kısmını tüketmiştir. Yerine aday gibi görünen İmamoğlu, önceki yazımda vurguladığım gibi, muhafazakârlaşma sürecini, rejimin tek adam yapısını da benimseyerek ilerletmekten yana, dünya görüşü karmaşık, bir belirsizliktir; liderliğe giden yolda, ya CHP başkanlığı uğruna İstanbul’u AKP’ye teslim edebilir ya da seçimlerden sonra aday olmak için şimdilik, yerinde kalacaktır. Ancak o yeri korumak bu kez son derecede zordur: Rejim, yargıyı kullanarak İmamoğlu’nu etkisizleştirebilir; elindeki tüm devlet olanaklarını kullanabilirse İstanbul belediye seçimlerini kazanır. CHP’nin, seçimlere kadar kendini toparlama, rejimin seçimlere hile hurda bulaştırmasını önleme şansı son derecede zayıftır. Kısacası bugün CHP, ne yaptığını bilen, kararlı bir liderlikten ve bunu kendi iç dinamikleriyle üretme kapasitesinden yoksundur.
Ancak, bu “umutsuz durum” değiştirilemez değildir. Çünkü ülkede, tanımlanabilir bir ideolojiye sahipi, laik, cumhuriyetçi, halkçı, çizgiyi de aşan, bir toplumsal talepler kümesi, bir direniş hattı üreterek CHP’nin, “iç dinamiklerini” yeniden şekillenmeye zorlayabilecek bir sosyalist potansiyel vardır. Bu rejime karşı kısa ve orta dönemde umudu yalnızca bu potansiyelin ülke siyaseti ve CHP üzerinde yaratacağı basınç yeşertebilir.