Yazar Elif Şafak, Britanya’nın saygın gazetelerinden Guardian için bir yazı kaleme aldı. ‘Aşırı sağı anlamak için onların kitap raflarına bakın’ başlıklı yazıda aşırı sağın ana akıma sızdığını savunan Şafak, aşırı sağ aydın kesiminin oluştuğuna değindi.
Misyonu kısmen tarihi yeniden yazmak olan yeni bir yayıncılık eğiliminin oluştuğuna dikkat çekilen yazının geniş özeti şöyle:
“2018’de Jean-Marie Le Pen’in ‘Son of the Nation’ adlı biyografisi Fransa’da yayımlandı. İlk baskı kitapevlerine gelmeden tükendi. Kitap, bir anlamda Vichy dönemini yeniden yazma girişimiydi. Vichy hükümetindeki Nazi sempatizanları Fransız vatanperverler olarak romantize edilmişti. Bir başka geçmişi yeniden şekillendirme girişimi de Polonya’da oldu. Tarihçi Ewa Kurek, kitaplarında ve konuşmalarında gettoların ‘gönüllü’ olarak oluşturulduğunu iddia ediyor. Ve, ‘dışarıda’ yaşayan Polonyalılar için hayatın gettolarda yaşayan Yahudiler’inkinden daha zor olduğunu…
Bir yazar olarak edebiyatın yeni, sağcı yayıncılık anlayışına nasıl uyum sağladığı ilgimi çekiyor… Günümüzde hikaye anlatma sanatı yanlış bilgilendirme, nefreti ve bağnazlığı yaymak için kullanılıyor. Tabii bu yeni bir şey değil. ‘The Turner Diaries’, WL Pierce’in 1978’de kaleme aldığı, ‘aşırı sağın İncil’i’ olarak nitelendirilen roman, beyaz Amerikalıların beyaz olmayan azınlıkların boyundurluğu altına girdiği bir ‘gelecek toplumunu’ konu alıyor. Kitap, 1995’te, Oklahoma’nın bombalandığı, 168 kişinin öldüğü saldırıya esin kaynağı oldu. Kendilerini beyaz milliyetçisi olarak tanımlayan Order adlı grup, 1984 yılında liberal bir avukat olan Alan Berg ve bir sunucuyu öldürdü.
Fransız Jean Raspail’in 1973’te yazdığı ‘The Camp of the Saints’ romanı ise aşırı sağ tarafından yeni keşfedildi. Çok satan bu kitap da Batı uygarlığının ‘kahverengi insanların’ elinde çöküşünü anlatıyor. 93 yaşındaki Raspail, çözümün merhamet duygusunu bastırmakta gizli olduğunu savunuyor.
Marine Le Pen’in destekçilerinden olan Fransız yazar Renaud Camus’nün kitapları da bu yeni trende örnek oluşturuyor… Onun görüşleri aşırı sağ internet siteleri tarafından ‘işyerinde beyaz soykırımı’ olduğu tezine dayanak oluşturmak için kullanılıyor.

Bu korku Thilo Sarrazin’in 2010’da piyasaya sürülen kitabı ‘Germany Abolishes Itself’te de dillendiriliyor. 21 hafta süreyle en çok satanlar listesinin zirvesinde kalan ve 1.5 milyon satan kitabın yazarı Sarrazin, Almanların Müslüman göçmenlerden daha zeki olduğunu savunuyor. Buradan yola çıkan sağcı aktivistler ise Almanya’a göç etmek isteyen sığınmacılara IQ testi uygulanmasını istiyor.
Yeni, radikal retorik anti-Semitizm ve İslamofobia’yı harmanlıyor -ancak başka önyargılar da dillendiriliyor. Anti-feminizm ve cinsiyet ayrımcı önyargılar Kanadalı klinik psikolog Jordan Peterson’un çalışmalarında da kendini gösteriyor.
Beyaz ırkın üstün olduğunu savunanları düşündüğümüzde akla tüm gününü bilgisayar ekranı karşısında geçiren eğitimsiz, işsiz genç adamlar gelebilir. Charlottesville’de ellerinde meşalelerle dolaşan öfkeli adamlar gelebilir. Ancak bu imgeler sınırlı imgeler ve günümüzde yaşanan kültürel değişimin fotoğrafını çekmek için yeterli değil. Bu değişimi anlamak için yayıncılık sektöründeki sismik değişikliklere odaklanmalıyız.
Yeni bir aşırı sağ aydınlar kesimi var ve onlar sanat dünyası ile aşırı uçlar arasındaki eksik olan bağı kuruyorlar. Gerici siyaseti meşru kılıyorlar. Sistematik olarak gerçekleri saptırıyorlar, tarihi utanmadan yeniden yazıyorlar. Sosyal statülerini ayrımcılık ve düşmanlığı körüklemek için kullanıyorlar.”