BİLGEHAN UÇAK
Bizim Kadıköy çarşısı her mevsim güzeldir ya, baharları ayrı bir güzeldir.
Ayrı bir renk cümbüşü basar tezgâhları, sanki onlarca gökkuşağı yere inmiştir de çarşının üstüne boylu boyunca serilmiştir.
Çarşı her şeyden önce bir göz ziyafetidir, bir geleneğin olabildiği ölçüde devamıdır ve de semte ruhunu veren koşuşturmadır.
Çarşısız Kadıköy, Kadıköysüz çarşı olmaz.
Rıhtımdan gelenlerin uğradığı çarşıya biz Kadıköylüler mutlaka ‘ineriz.’
Ben de şu haftasonu kapanmasından önce her zamanki gibi çarşıya ineyim dedim ama inemeden, operanın önünde Charlie Chaplin’i gördüm.
Öylece oturmuş geleni geçeni izliyordu.
Karşı kaldırımda bir kemancı, Alpay’ın üstüne söz yazdığı o muhteşem besteyi çalıyordu.
“(…) Sen kal doğduğun yerde, aşka doyduğun yerde…”
Bu gerçeküstü Chaplin’le kemancı sahnesini zar zor geride bırakıp çarşıya yürüdüm ama yolu iyice uzatarak, bir yabancı gibi rıhtımdan yukarı…
Kadıköy’de iki kilise meydanı vardır, biri Ermeni kilisesi, öteki de Rumların, çarşı işte bu iki kilisenin üst sokağındadır.
Sadece Ermeni ve Rumlara değil, Rum kilisesinin karşısındaki Bulgarların Beyaz Fırın’ına da dayanır.
Kadıköy’ün çarşısı çokkültürlüdür.
Ermeni kilisesinin olduğu meydanda küçücük bir timsah heykeli çarpar gözünüze.
Kaidesi, Strabon’un Coğrafya kitabı.
Strabon, “Denizden biraz içerlerde, içinde küçük timsahların yaşadığı bir pınar” diye anlatmış Kalamış koyunu, bizim buraları.
Rivayet muhtelif, acaba nereden nereye gidiyordu o timsahlar?
Sevimlidir Kadıköy çarşısının timsahları.
Kış oldu mu sarıyla turuncu hakim olur çarşıya.
Tezgahlar gene renklidir ama gözün hep belli tonları seçer.
Ama güneş yüzünü göstermeyegörsün, renkten renge girer bizim çarşı.
Balıkçı Dicle, buz üstündeki deniz canlılarıyla bezeli vitrin-tezgâhını bugün ahtapot, kalkan ve kırlangıçla süslemiş.
Kadı Nimet, haftasonunu mecburen evde geçirecekler için lakerdaları dizmiş.
Ama çarşının rengi balıkçıları geçtikten sonra başlar.
Vişnelisinden kızılcıklısına sonsuz çeşit zeytin, yanında bir avuç büyüklüğünde kahverengi kestane ve pulbiberli tereyağıyla sotelenmeyi bekleyen istiridye mantarları.
Pastırmalar, füme etler, jambonlar, yerli-yabancı sayısız peynir…
Neler yoktur ki bizim çarşıda.
Dolmalık kurubiberlerden, çorbalık kurubamyaya, Kastamonu sarımsağından damla sakızına…
Ama artık hemen hiçbir yerde kalmayan aktarlarına sahip çıkar Kadıköy çarşısı.
Mesela, aktarın kendi karışımı ‘salata baharı’ hem tat verir hem de renk.
Renksiz olmaz çarşı.
Eğer benim gibi kahve içmeyi seviyor ve bazı yenilikler arıyorsanız, şöyle çekilmiş kakule alıp filtre kahvenizi aromalandırabilirsiniz.
Her şey vardır bizim çarşıda.
Marketlerin o ambalajlı ürünlerinden nefret ediyorum, becerebildiğim kadar hiçbir ambalajlı ürünlerin hiçbirini almıyorum.
Turşu, turşucudan alınır, gözünle seçersin ne istiyorsan, mutlaka tadarsın da ama bazen ‘bir bardak’ ısmarlarsın kendine.
O bir bardak acı-ekşi turşu suyunu içip çubuğundan lahanasına kütür kütür turşuları yersin.
Bu mevsim çarşı rengârenktir amma ‘primus inter pares’ hiç şüphesiz yeşildir.
Altından değerli can erikler çıkmıştır, paketlerin içinde.
Henüz tezgâha düşecek kadar bollaşmamıştır.
Ama ille çağla olacak, içi limonlu su dolu bir kovaya yeni ayıklanan çanak enginarlar atılacak.
Taze sarımsak, iç bakla, rezene…
Bu aylarda şöyle bir görünmeye gelirler çarşıya.
Sonra, o tuhaf ‘fajeo’ meyvesi gelir Brezilya’dan.
Eski usul ciğercilerden sakatat alınır.
Bir bağırış çağırıştır çarşı.
Seçilen balıkları temizlemeye gönderen balıkçılar bağırır, satıcılar bağırır, müşteriler, telefonla konuşanlar, hiç bitmeyen “Pardon-pardon”lar…
“Abim şunun da tadına bakar mıydın?”
Üstünden sular damlayan sebzeleri poşetlere doldururken pazarlık yapamazsın manavla, kendi istediğince koyar, “Şu kadar ver yeter” der, sen de o kadar verirsin.
Sonra, elin kolun dolu çıkarken çarşıdan sesler yavaş yavaş diner…
Bir yokuşun başında kendinle baş başa kalırsın.
Sarıkanat almadın ama kofanayı boşver, lüfer bile doğru düzgün uğramadı tezgâhlara.
Hayat pahalılığı, bir suçluluk gibi yapışır insanın üstüne.
Şu AVM’yi yaparlarsa bu çarşının ve Kadıköy’ün hali nic’olur diye geçirirsin içinden.
Derken, bir yerde bir müzik çalınır kulağına.
Soluklanmak için şöyle bir durursun.
Kadıköy’de yaşıyor olmaktan ötürü gururla karışık bir mutluluk kaplar içini, gizlersin ama bunun bir imtiyaz olduğunu da hissedersin.
Ve, Kadıköy’ün çarşısının her mevsim güzel olduğunu ama baharları ayrı bir güzel olduğunu söylersin içinden.
Sonra yürüye yürüye eve.
Poşetleri açtıkça evi Kadıköy çarşısının renkleri ve kokusu doldurur.
Çarşı, eve gelmiştir.
Kadıköy’ün her evi çarşıdan bir parçadır.