MURAT SEVİNÇ
Sayın Başbakan, dünkü konuşmanızda, devlet başkanı tarafından ‘alçak’ ve ‘cahil’ sıfatlarıyla nitelenen imzacı akademisyenlere getirmişsiniz yine konuyu.
Şöyle demişsiniz: “Hakkaniyetten oldukça uzak, gerçeklikten kopuk önyargıyla kandil zihniyetini yansıtan bir bildiridir. Aralarında imza attıkları bildirinin ne olduğunu bilmeyen akademisyenlerin olduğunu biliyorum. Akademik bir hassasiyetin, demokratik varlıktan bahsetmek mümkün değil.” Ardından eklemişsiniz: “Bildiriden imzanızı çekmezseniz ömrünüz boyunca söyleyeceğiniz sözlerinize hep şüpheyle bakılacak.”
Olabilir Sayın Başbakan; bunu tarih gösterecek. Bir akademisyen olarak, en iyi bilenlerden birisiniz.
Nereye imza attığını bilmeyen akademisyenler kimlerdir, nereden biliyorsunuz, bilemem. Size, Türkiye’deki jürilerden geçmiş, Türkiye’nin üniversitelerinde ders anlatan bir ‘akademisyen/anayasacı’ olarak, bu metinde bir suç unsuru olmadığını, ‘sert ve rahatsız etmesi muhtemel ifadeler’in bulunduğunu; buna mukabil söz konusu ifadelerin ‘özgürlük’ kapsamında kabul edildiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Dikkat etmişsinizdir belki; şu ana dek imzacılara doya doya sövenler içinde bir kişi dahi çıkıp hukuksal argüman ileri süremedi. ‘Dünyanın neresinde?’ ifadesiyle başlayan cümlelerin ise ne denli boş/zırva olduğunu, en iyi bilenlerden birsinizdir. Yine de bize söven destekçileriniz eğer dünyanın ‘batısına’ denk düşen yerlerinde nasıl ‘metinler’ ve ifade özgürlüğü tartışmaları, ne tür yargı kararları olduğunu ola ki merak ederlerse, hazırız.
Ancak Sayın Başbakan, yine de hukuksal açıdan hayati şu ‘üç’ konuya, değinmek zorunda hissediyorum. Dilerseniz güvendiğiniz hukukçulardan teyit edebilirsiniz:
1. Türkiye’nin yürürlükte olan bir Anayasa’sı var ve gerek sizin, gerek diğer siyasetçilerin konuya ilişkin açıklamaları ve ağır ithamları, yargıyı etki altında bırakacak türden, Anayasa’ya aykırı ifadeler. Özel olarak madde 138’e.
2. Duymuşsunuzdur, bir iki küçük sabıkası bulunan bir yurttaşınız, bizim ‘kanımızda banyo yapmak istediğini’ belirtti. Bildiğim kadarıyla böyle bir açıklama tarihimizde ilk. İlginç bir fantezi ama tahmin edersiniz ki böylesi hedef göstermeler, sonunda büyük felaketlere neden olabiliyor.
Sizin, bu konuda bir açıklamanız olmadı. Başkaca hiçbir yetkili değinmedi. Muhtemelen unuttular. Belki de önemsemediler. Ya da Sayın Başbakan, aklıma dahi getirmek istemiyorum ama belki de devleti yönetenleri hiç rahatsız etmedi bu sözler. Bir gerekçesi olmalı bu sessizliğin.
Akademisyenlere sövüldüğü gibi sövülsün, hakaret edilsin, aşağılansın demiyorum, yanlış anlamayın; sonuçta yurdumuzun bir değeridir kendisi. Ama hiç olmazsa gündeme gelebilirdi. Sözüne güvendiğiniz hukukçulara sorabilirsiniz Sayın Başbakan, yönettiğiniz memlekette akademisyen kanıyla duş alma talebi, yasalara aykırı. Hukuk tarafından onaylanmayan bir eylem biçimi. Hatırlatmak, görevdir.
3. Son olarak, bildiride siz rahatsız eden bazı ifadeler olduğu belli. Sayın Başbakan, onlarca haber sitesinin yasaklı olduğu ve neredeyse tüm gazetelerin aynı manşeti attığı, cenazelerin yerlerde sürüklendiği ve bir hafta sokakta kalabildiği, kamu görevlilerinin yüzünü saklayıp tehdit videoları çektiği ve yaydığı bir yerde, nasıl bir ‘izlenim’ beklentisi içindesiniz? Ne düşünmeli insanlar? Sincan’da yürüyen tankları 20 yıldır anlatıyorsunuz; bugünkü manzara karşısında nasıl bir eleştiri yapılmalı sizce?
Biliyorum, ‘hendekler’ diyeceksiniz. Sayın Başbakan, o hendeklerin siyasi anlamını vs. bir yana bırakalım. Hendekler kazılır ve patlayıcılar gömülürken, Türkiye’yi kim yönetiyordu? İmzacılar mı? Üç öğrenci gösteri yaptığında bir otobüs polis geliyor bizim Cebeci’ye. Hiçbir konuda, hiçbir zamanda, hiçbir şekilde güvenlik zafiyeti olmadığını iddia ediyorsanız; hakikaten o patlayıcılar nasıl yerleştirildi? Bir başbakan olarak göreviniz, akademisyenlere verip veriştirmek yerine sorumluların soruşturulmasını sağlamak değil mi? Olup bitenin yasal sorumluları kim Sayın Başbakan; 2000 imzacı ve binlerce destekçi mi?
İsterseniz şimdi bu soruları geçelim. Sanırım sizler de bizler gibi her şeyin farkındasınızdır. Asıl konu, eleştirileriniz.
Bu satırların yazarı, başkaca pek çok meslektaşı gibi, yıllardır yazıp çiziyor ve pek çok konuda, birilerine tepki gösteriyor. Kendisinin ancak çıraklık edebileceği onlarca mücadeleci akademisyen gördü bugüne kadar. Haliyle, rol kaptığını düşünmeyin sakın, ancak mecburen kendi adına konuşabiliyor. Bu arada, size hiç oy vermeyip hep eleştirdi ve bundan sonra da oy vermeyip eleştirmeyi düşünüyor.
Hâl böyleyken Sayın Başbakan, ithamlarınızla ilgili yalnızca bir iki ‘kritik’ ve ‘sizi de ilgilendiren’ örnek vermek ister:
367 kararının alınmak üzere olduğu dönemde, olup bitene karşı çıktı ve AYM’nin o berbat kararını eleştirdi. 367, siyaset ile hukukun düzeylerini karıştıran, hukuku siyasi amaçlara alet eden ‘ayıp’ bir karardı. Bunun üzerine, AKP’yi desteklemekle ve büyük fotoğrafı görmemekle itham edildi! Oysa hâlâ aynı kanıda.
Sistemi içinden çıkılmaz hale getireceği kanısıyla cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesini kabul eden 2007 değişikliğine karşı çıktı. ‘Kardeşim sen halka mı karşısın?’ cümlesini dahi işitmişliği var! Hâlâ aynı kanıda ve sonuç ortada.
AKP hakkında kapatma davası açıldığında, karşı çıktı. İddianame berbattı ve o gerekçelerle bir parti kapatılamazdı. Ayrıca mahkeme kararlarıyla siyasi sorunların çözülmediği öğreneli çok olmuştu. AKP’yi kollamakla ve büyük fotoğrafı görmemekle eleştirildi. Olmadık sözler işitti. Uygulanan yaptırım dahi (devlet yardımından mahrumiyet) hataydı. O günkü görüşünü, aynı biçimde ve yine hukuksal argümanlarla savunabiliyor. Anlayacağınız, hâlâ aynı kanıda.
DTP hakkında açılan kapatma davasına karşı çıktı. Refah ve Fazilet’e karşı çıktığı gibi. Berbat bir davaydı ve haksızca kapatıldı DTP. Bu kez Kürtçü, bölücü, PKK’lı vs. dediler! Oysa bugün de aynı kanıda. Geçen hafta AİHM, ihlal bularak Türkiye’yi DTP davasından tazminata mahkûm etti!
AYM’nin verdiği ‘türban’ kararına karşı çıktı. 10. ve 42. maddeler iptal edilmemeliydi. Yanlış bir karardı. Çok zayıftı ve gülünç ifadeler vardı. Yine AKP’ye destekle eleştirildi. Neler duydu neler! Karar, yanlıştı. Hatta AİHM’nin Şahin Kararı da yanlıştı. Nitekim türban meselesi, mahkeme kararıyla değil siyasal ve toplumsal araçlarla çözüldü. Yüzlerce ‘solcu’ ya da ‘AKP seçmeni olmayan’ meslektaşıyla birlikte, türbanlı öğrencinin eğitim hakkını savundu o gün ve bugün de, aynı kanıda.
2010 değişikliklerine karşı çıktı. Asıl amacın yargıyı ele geçirmek olduğu düşüncesiyle. O değişikliklerin Cumhuriyet tarihinin en dalavereci değişiklikler olduğu kanısındaydı. İşittiği hakaretin haddi hesabı yok! Malumunuz o günler, takım elbise altına spor ayakkabı giydiği için son derece özgürlükçü olduğunu düşünen zirzopların popüler olduğu süreal zamanlardı. Ne vesayetçiliği kaldı ne Kemalistliği! Oysa bugün de aynı görüşte.
Ergenekon, Balyoz vs. davalarındaki açık hukuk ihlallerini eleştirdi. ‘Kurunun yanında yaş da yanar’ diyen yazarları, utanç verici saydı. ‘Usulde böyle saçmalıklar varsa, davalar çöptür’ görüşünü savundu. Özellikle bazı iddianameleri hayli gülünç ve ayıp buldu. Bugün aynı şeyleri düşünüyor. Davalar çöktü. Savcılar kaçtı. Siz, her zamanki gibi kandırıldınız!
Unutmadan Sayın Başbakan, imzacıların çoğu yıllarca Cemaat’in bürokrasi ve yargıdaki konumunu eleştirirken, sizin tayfa Türkçe Olimpiyatları’nda ‘Eminem oturmuş çeşme başına’ türküsünü çığıran Kenyalı çocukları izleyip gözyaşı döküyordu. İnsan, hatırlatmadan geçemiyor…
Bu kadar örnek yeter. Derdimi anlatabilmişimdir sanırım.
Sayın Başbakan, devletin başı tarafından ‘alçak’ ve ‘kara’ ilan edilenlerin sözüne ne kadar itibar edeceğinizi bilemem tabii. Ancak, kan banyosundan söz edenlerin elini kolunu sallaya sallaya gezdiği, sizi destekleyen basının akademisyenlerin işten atılması yönünde salyalarını akıtarak ahlaksızca yazılar yayınladığı bir memlekette, barış talep ettiklerinden ve bunun için sorumluluk aldıklarından hiç kuşku duymadığım imzacıların yanında durmaktan hoşnudum.
Şimdi de, alçak ve vatan haini diyorlar! Dinci, Kürtçü, Kemalist, darbeci filan fıstık dedikleri gibi. Umursamalı mıyım sizce? Yoksa öncekiler gibi biraz zaman geçmesini mi bekleyelim? Bana kalırsa bekleyelim. Acele etmemekte yarar var.
‘Tarih’in ne denli matrak bir şey olduğunu, siz benden iyi bilirsiniz…