Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz yazmış. Dönemin üniversitelerdeki en büyük muhatabı sorunun tarihini anlatmış:
“İlk olay 1968’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde meydana gelmiştir. Derslere türbanla girmekte ısrar eden 1859 nolu Hatice Babacan adlı öğrencinin disiplin kurulu kararıyla kaydı silinmiştir. (…) Bu olaydan sonra, uzun yıllar, türban sorunu ülke gündeminde yer almamıştır.”
Kemal Gürüz, 12 Eylül sonrasında Evren ve Özal’ın farklı eğilimlerde olsalar da mesele üzerine rektörlerle toplantı yaptığını hatırlatıyor. Gürüz, bu toplantılara katılan rektörlerin nabza göre şerbet verdiği yorumunda bulunmuş.
Resmi kronolojiden devam edelim. YÖK, 20 Aralık 1982 tarihli genelge ile derslere başörtülü girilmesini resmen yasakladı. Danıştay 8. Dairesi, 13 Aralık 1984’de genelgenin iptali başvurusunu şu gerekçeyle reddetti: “Türbanın masum bir alışkanlık olmaktan çıkarak kadın özgürlüğüne ve Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı bir dünya görüşünün simgesi haline geldiği…”
Bu kadarla kalmadı. 8 Ocak 1987’de Resmi Gazete’de yayınlanan YÖK kararıyla, “çağdaş kıyafet dışındaki kıyafetler”, kınama cezası gerektiren disiplin suçu olarak tanımlandı.
Gürüz, sonrasında, İhsan Doğramacı’nın çözüm bulma serüvenini anlatıyor:
“Mesele bundan sonra giderek çetrefilleşti. ‘Çağdaş kıyafet ve görünümü nedir’ sorusuna cevap aranmaya başlandı. Hoca hem Evren’i hem Özal’ı memnun edebilmek için YÖK’e ressamlar getirtti ve Mevhibe İnönü’nün başı kapalı bir fotoğrafı örnek alınarak kabul edilebilir bir baş örtme modeli arayışına girildi. ‘Türban’ terimi de bu aşamadan sonra literatüre girdi ve de olayı içinden çıkılmaz hale getirdi.”