Dünya savaşının ortasında, kendi kendine yetebildiğin için barışı koşulsuz savunabilecek öz güvendir cumhuriyet.
Bir imparatorluk çökerken, ulus devleti çatı eyledi cumhuriyet, etnik kimlikleri, bireyciliği ikinci planda tutup monarşiye karşı bir toplum yetiştirmeyi hedefledi, aydınlanmayı ve bağımsızlığı öncelikledi. Üretimi koydu bağımsızlığın merkezine ve savaşlardan yıpranmamak için barış adına tarafsızlığı.
Cumhuriyet sağlamlaşınca, özgürlükleri, hakları, tüm kimlikleri yeniden masaya yatırıp kaynaştırıp, uzlaştırıp refahı ileriye taşımak mümkündü.
Meclisin ilk yıllardaki tutanaklarına baktıkça, sıkça karşılaşılan bir cümledir: “Rejimimiz imtiyaz kabul etmez.” Eşit yurttaşlık kavramını oturtmak için 100 yılı vardı.
Feodal arkaik kültüre karşı burjuva bir toplum yaratma çabasını işçi sınıfının refahına, etnik kimliklerin özgürlüğüne, kültürel çeşitliliğe evriltmek mümkündü.
Hayat bizi yüzüp yüzemeyeceğimizi görmek için açık denizlere fırlatırken bir can simidi olacaktı cumhuriyet.
Cumhuriyet en çok eşit yurttaşlıktır, şu elimizde en az kalan da budur.
Bir zamanlar tırnağı kırılsa “Nerede bu devlet?” diye sorabilen halktan, devlet yurdunda ölen arkadaşlarının hesabını sormaya kalkan gençlerine el kaldırabilen bir muktedire evrilmiş bir süreçteyiz.
Bir ufacık yüzdeye her şey hak kılınmışken, halktan insanca bir yaşamın esirgenmesinin ötesinde, yaşam hakkının esirgendiği bir süreçteyiz.
Yüz; bir cumhuriyet için olgun değil hâlâ genç bir yaş.